Top
Ünal Bolat

Ünal Bolat

unal.bolat@tg.com.tr

19/12/2018

Bilirim o sessizliği ben...

 “Anlıyorum ondaki bu sessizliği… O ezikliği… O çaresizliği… Bilirim o içteki sessiz duaları...”
 
 
Anne, dengesini bozan o minik kızının saçını okşuyor; sonra dirseğini çekip çocuğunun sırtına bırakıyor kolunu… Onu sarar gibi… Sonra dayanamıyor yine o gencecik yorgun beden… Dizlerine başını koyup uyuyan minik kızının üzerine eğiyor başını… Kapaklanır gibi yani… Kızının başı annesinin dizinde, annenin başı kızının sırtında… Birkaç saniye gidiyor metrobüs…
Derken minik çocuk araç tutması sebebiyle bulanıyor… Anne hemen bir poşet çıkartıyor o büyük çantasından… Ama zor yetiştiriyor yavrucağa… O ara, benim elim çantama uzanıyor otomatikman… Çantamda her zaman ya bir şeker, ya bir çikolata, gofret vb. bulundururum. Bir de bir veya iki kat peçete… Hemen peçeteyi çıkartıp yavrucuğa uzatıyorum.
Annesi alıp çocuğun ağzını temizliyor… Bana teşekkür etmeden… “Sağ ol” filan demeden… Anlıyorum ondaki bu sessizliği… O ezikliği… O çaresizliği… Bilirim o içten gelen sessiz duaları ben… Durum tespiti için söylüyorum bunu teşekkür beklediğimden değil…
Ve çok geçmeden annenin de midesi bulanıyor… Eyvah… Onu da araba tutuyor galiba…
Evet evet… O kendisi poşetini çoktan hazırlamış bile… Çünkü az sonra başına geleceği en iyi kendisi biliyor… Başını geriye çevirip, minik kızını kendine dulda (siper) yapıp hiç ses çıkarmadan hiç kimseyi rahatsız etmeden hatta kimseye çaktırmadan araba tutması sebebiyle istifra ediyor… Ben görmesem fark etmem bile… O derece hassas…
Düşünüyorum… Hem üç veya dört yaşındaki minik çocuğu, hem kendisi… Bu zor yolculuğu iki çocuğuyla birlikte tamamlayacak başka çaresi yok…
“Hey kurban olduğum Rabbim, diyorum… Hikmetinden sual olunmaz… Kimi kimsesi yok mu? Kocası işte mi görevde mi? Bu anne bu iki çocuğuyla bir metrobüste hem kendini hem çocuklarını nasıl taşıyacak?”
Üzgün bir şekilde başımı dışarı çeviriyorum… Boğaz köprüsüne gelmişiz…
Koca metrobüs uzunca bir yaylı gibi köprüde süzülüyor…
O ara yanı başımızdan bizi sollamakta olan iki kişilik spor bir lüks otomobil görüyorum… Araçta bir genç sürücü hanım var… Gözünde güneş gözlüğü… Yanı başındaki tek koltuk olan şoför mahallinde de bakımlı mı bakımlı, -kerata çok da sevimli- bir Golden Retriever (rotvayvır) köpeğiyle Boğaz'dan geçiyor…
“Ah İstanbul” diyorum içimden… Necip Fazıl Kısakürek geliyor gözlerimin önüne… Hani diyordu ya: “Ana gibi yâr olmaz, İstanbul gibi diyar; Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...”

            Emin Ceylan-İstanbul

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp