Top
Rahim Er

Rahim Er

rahim.er@tg.com.tr

27/05/2019

27 MAYIS; DARBELER VE FİTNELER KULUÇKASI!

14 Mayıs 1950’de iktidara gelen DP-Demokrat Parti, 27 Mayıs 1960’ta darbeyle devrildi. DP’nin iktidar olmasıyla, 1923’ten beri fasılasız işbaşında bulunan CHP, muhalefete düşmüştü. O tarihten sonra da kısa süreli birkaç koalisyon hükûmeti hariç millet, bu partinin bir daha tek başına iktidar olmasına izin vermedi.
İktidara geldiği tarihten, devrildiği tarihe kadarki 10 yıllık DP döneminde Başvekil, Adnan Menderes, Reis-i Cumhur da Celal Bayar’dı. Bayar, Atatürk ve İnönü gibi partili Cumhurbaşkanıydı.
Bugünlere şöyle gelinmişti:
CHP’li vekiller Celal Bayar, Fuat Köprülü, Adnan Menderes ve Refik Koraltan, 7 Haziran 1945 günü dörtlü imzayla bir takrir verdiler. Bu önergeleri, parti meclis grubunda kabul edilmeyince partilerinden istifayla 7 Ocak 1946’da DP’yi kurdular. DP, 21 Temmuz 1946’da yapılan genel seçimlere iştirak ettiyse de kazanamadı. Açık oy, gizli tasnif hilesi yaşandığı gibi bütün illerde teşkilatlanmasını da tamamlayamamıştı. “Yeter söz, milletindir!” narasıyla meydan okuyarak girdiği 14 Mayıs 1950 seçimindeyse 27 yıldır iktidarda olan CHP’yi seçmenin teveccüh, dua ve desteğiyle hezimete uğrattı.
Çetin yıllardan çıkıp gelinmişti. Daha yakın zamanlarda İstiklal Harbi, I. Cihan Harbi, Balkan Harbi, Trablusgarp Harpleri vardı. Rejim değişikliğinden sonra bazısı kanlı, bazısı radikal reformlar yapılmış, şiddetli sosyal çalkantılar olmuştu. 1929’da ise dünya, bir iktisadi buhrana sürüklenmişti. Büyük bir imparatorluk kurmuş nesillerin torunları, daralmış, küçülmüş, kendi içine kapanmış bir toprak parçasında hayat-memat mücadelesindeydiler. Üstüne üstlük dayatmalar da nefes aldırtmıyordu. Kalkınma, muasır medeniyet seviyesine ulaşma, dünle ve dinle her türlü irtibatını kesmiş, kalıbı ve kalbiyle tamamen garplılaşmış bir milletle olacağına inanılmıştı. Bu sancılı yılları ekmeğin karneyle satıldığı, kefen bezinin bulunamadığı II. Cihan Harbi felaketi takip etti.
Bu iç ve dış manzara, emsali görülmedik denli bir yokluk ve yoksulluk getirmişti. Toplum, çok büyük nisbette köylüydü ve bu köylü efendi vs. değildi. Nihayetinde vatandaş, takdir edildiği kadar insandı. Devlet, fiilen parti devletiydi. Ordu,  Tek Parti zihniyetinin güdümündeydi.
Adnan Menderes, bugün anlaşılması, çok zor olan bu şartlarda Başvekil olmuştu. Bir kısım CHP’li kodamanlar, iktidarı homurdanarak devrettiler. Diğer tarafta ise kendilerini İsmet Paşa’nın fedaileri farz eden birtakım subaylar da daha o tarihte TSK’da cunta kurmuşlardı.
DP’nin zaferi, “Beyaz İhtilal”di. Halkın içinde olmadığı eyleme “ihtilal” denemez. “Türk Baharı” üzerine demokratik hayatla açılan kapıdan giren millet, zamana mührünü vurmuştu.
Adnan Menderes “aziz milletim” dediği bu ülke insanları için hızlı bir kalkınma faaliyetine başladı. Yollar açılıyor, açılan yollardan şehirlere göçler oluyordu. Ziraatte makineleşmeye gidiliyordu. Barajlar yapılıyordu. Fabrikalar kuruluyordu. Vatandaş, insan muamelesi görüyordu. O kadar ki 1950’lerdeki kalkınma yüzdesi sonraki iktidarlarda nadiren yakalandı.
Bir mümtaz insan olan bu Başvekil, 17 Şubat 1959’da Londra yakınlarında vaki olan “tayyare kazası”nda ölmemişti. Çok değil; ancak bir yıl bekleyebildiler. DP iktidarı, 27 Mayıs cunta müdahalesiyle al-aşağı edildi. 16 Eylül 1961’de Hariciye Vekili Fatin Rüşdü Zorlu ve Maliye Vekili Hasan Polatkan ve bir gün sonra da Adnan Menderes idam edildi.
İdamın sebebi neydi?
Halk, Adnan Menderes’i çok seviyordu. Bunu kıskandılar. “Ben, istersem orduyu yedek subaylarla da idare ederim” demesi kayda girdi. “Millet isterse Hilafeti de getirir” sözü bir kenara yazıldı. Osmanlı Hanedanının gurbette zor şartlarda kalmış kadın mensuplarını Türkiye’ye kabulü, zihinlerinden çıkmamıştı.
Ordu, matbuat, üniversite, yargı, sermaye, CHP el ele vererek bu “gerici ve tehlikeli” faaliyetleri durdurmak için çalışmaya başladılar. Bunlar içerideydi.
Dışarıya gelince; İskenderun demir-çelik gibi sanayi yatırımları için Washington’dan borç para almaya giden Başvekil Menderes, eli boş dönmüştü. Bunun üzerine Moskova’nın kapısı çalındı. Bu da affedilmedi.
Sokak hareketlenmişti. Ana muhalefet lideri İsmet İnönü, “sizi ben bile kurtaramam!” diye tehditler savuruyordu. Anayasa Hocası Ali Fuat Başgil, “27 Mayıs Yargılanıyor” adlı kitabında “Adnan Bey’e istifa etmesini tavsiye ettim fakat dinletemedim” diyor. Gerçi Eskişehir, Konya ve Kütahya’yı içine alan yurt gezisinden Ankara’ya avdet edince istifa etmeye karar vermişti fakat buna fırsat verilmeyerek Kütahya’da derdest edildi.
Cumhuriyet tarihini, 27 Mayıs’tan önce ve 27 Mayıs’tan sonra diye ikiye ayırmak mümkündür. 27 Mayıs darbesi, “31 Mart 1909”da kalmış habis darbe ruhunun yarım asır sonra yeniden hortlamasıdır. 15 Temmuz 2015’e kadarki bütün darbe ve darbe teşebbüslerinin kuluçkasıdır. Darbecilerin talimatıyla çalışan Yassıada yahut Yaslı Ada cinayet mahkemesi, yine darbecilerin emir kulu akademisyenlere yazdırdıkları 1961 Anayasası, sonraki günlerde gelişen ve seneler süren dehşetli kargaşaya yol veren unsurdur. Beş bin genç bu yüzden ölmüştür. Kürtçülük faaliyeti, bu anayasanın hazırladığı ortamdan faydalanarak palazlanıp eli silahlı bölücü terör örgütüne dönüşmüştür.
27 Mayıs 1960 darbesi, 30 Mayıs 1876’da Sultan Abdülaziz’e yapılan ve Sultanın hayatına mal olan cinayete, İskenderun Demir-Çelik ve Aliağa Petrol Arıtma Tesisleri için Moskova’dan yardım almak da S-400 alımına benzemektedir.
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp