Top
Rahim Er

Rahim Er

rahim.er@tg.com.tr

18/11/2019

İÇTİMAÎ MUKAVELE

İki yıl kadar önce bir otobüste bir vak’a yaşanmıştı. O gün genç bir yolcu, bir kadın yolcuyu tekmelemişti. Genç kadın, şortluydu. Tekme atan kişi, şortlu kadının kendisini tahrik ettiğini ileri sürdü. Şikâyet, mahkemeye intikal eti, sanığa mahkûmiyet verildi…
Bu hadiseden bir zaman önceyse bir başka otobüste yaşı kemale ermiş fakat kendisi ham kalmış bir kadın, başı örtülü iki genç kızın başlarını zorla açmaya kalkışmıştı.
Bunlar, birtakım kendini bilmez işgüzarların yaptığı münferid vak’alardır diye düşünülmüştü. Ne var ki geçen hafta Karaköy’de  bu cümleden bir başka vak’a daha meydana geldi. Olayın videosunu tekrar tekrar inceledim:
İki genç kız, neş’e içinde konuşa konuşa yürümekteler. Bu sırada karşıdan gelen açık başlı bir başka genç bayan, bu kızların yanından geçerken onlara birden sille-tokat vurmaya başlıyor. Neş’eli, kendileriyle ve çevreyle barışık iki mütesettir gencin varlığı, bu saldırganı  rahatsız etmiş. Polis, faili derhal yakalandı. Hâkim tutuklama kararı verdi. Şimdi saldırgana sahip çıkanlar, onun “şizofren” olduğunu ileri sürmekteler. Muhtemelen kendisi de duruşmalarda buna dayanacaktır.
Şimdi bir kısım vatandaşlar, gözü dönmüş bu saldırganı kınarken aynı zamanda çevredeki insanların mağdure  kızlara sahip çıkmamasına da esef etmekteler. Asıl kınama işe sosyal medyadaki ayrımcılık ve tarafgirliğe yapılmakta. Otobüsteki saldırıda şortlu kıza yoğun bir destek olmuştu. Aynı desteğin, haklı olarak, bu saldırıya maruz kalan o kızlara da verilmesi bekleniyor.  Hadise yaşandığında  genç kızların imdadına koşulmaması belki izah edilebilir. Olay bir ânda patlak verdiğinden çevredekiler mümkündür ki neyin olup-bittiğini hemen kavrayamamışlardır. Hâlbuki sosyal medyadaki duyarsızlık tamamen ötekileştirme ve ayrımcılıktır ve büyük bir ayıptır…
Bu ülkede “28 Şubat Süreci” adı verilen ve 1997’den 2007’ye kadar devam eden zalim ve zorba bir dönem yaşandı. O günlerde insan hakları, kişi hürriyetleri, eğitim imkânı ve daha neler gasbediliyordu. Alnı secdeye gelenler, resmî yerlerde vazife yapamaz  olmuştu. Başörtülüler, yalnızca üniversitelerden atılmıyor neredeyse başörtülü hanımlar, nüfus cüzdanı alamayacak raddeye gelinmişti.
Bugün 28 Şubat Zorbalık Dönemi’ne bakıldığında vaziyet şudur:
Bu darbede büyük bir vatandaş kitlesi zulüm görmüştür. Onlar mazlum ve mağdurdur. Şu veya bu şekilde hayatları kötü şekilde etkilenmiş. Fakat onlar, devlete ve millete küsmemişlerdir.  Bir kısım vatandaşlarsa bugün ikiye ayrılmıştır:
İnsaf ve vicdandan yana nasipli olanlar, o dönemde yanlış yapıldığını, yanlış konuşulduğunu, yanlış yazıldığını, bu ülkenin  öz vatandaşlarına sırf iman ve amellerinden  dolayı reva  görülenlerin kabul edilemeyeceğini ifade ve  ikrar etmekteler.
Bir kısım azınlık ise adı geçen dönemle, 27 Mayıs ve İstiklal Mahkemelerindeki  yobazlık ve  taassuplarını  aynen muhafaza etmekteler. Bunlar kendilerini “Cumhuriyet Muhafızları”, “Atatürk Fedaileri” saymaktalar. Kemalist, Atatürkçü, laik, çağdaş, uygar, ilerici, aydın ve Batıcı olduklarını ileri sürmekteler. Bundan dolaydır ki zaman zaman böylesi zorla baş açma ve başı örtülü olanı tartaklama gibi şarlatanlıklara tevessül edilmekte. Nitekim Karaköy’deki saldırının bir benzerinin Bakırköy’de olduğu da duyuldu. 10 Kasım’da birtakım okullarda çocukların Atatürk büstü önünde 6 ok ilkeleri üzerinden tapındırılmaları da o dönemlerin donmuş kafalarındaki birilerinin sızma teşebbüsleridir…
Şortlu kadına yapılan da kabul edilemez bunlar da kabul edilemez.
Hiçbir hukukta ferd, birey, vatandaş, re’sen yani kendiliğinden bir başka insana müdahale etme yetkisine sahip değildir. Günah işleniyorsa dinimiz icabı “emr-i maruf” denen nasihatte bulunma veya suç işleniyorsa polise şikâyet etme mümkündür. Kaldı ki emr-i maruf yani iyiliğe özendirmenin, öğüt vermenin de o mevzuu tam bilme, muhatabının anlayışına göre konuşma, sert sözler söylememe ve kalb kırmama gibi şartları vardır. Nerde kaldı ki tekme atılsın, hakaret edilsin…
Söz konusu bu gibi fiillerin dindeki adı  “fitne çıkarma” yani bozgunculuk ve kargaşaya sebebiyet vermedir. Fitne çıkarmak katliamdan beter günahtır, haramdır. Yani o saldırganlığı ne devletin kanunları ve ne de şeriat’in, İslam Hukukunun  kanunları  kabul etmektedir.  Son örneği Karaköy’de görülen ve muhtemelen şizofreni şalı ile örtülmeye çalışılan olaysa şayet işin içinde politik bir tuzak yoksa bir hazımsızlık ve  tahammülsüzlüktür. 28 Şubat ve önceki dönemlerden döküntülerin, sahile vurmasıdır.
Hâlbuki bu ülkede 20 yıla yakın bir zamandır adı konmadık bir “İçtimai Mukavele/Sosyal Sözleşme” yürürlüktedir. Utandıran uygulamalar, kayıp canlar ve kayıp yıllardan sonra toplum, kendiliğinden yazılı olmayan bu mukavele/sözleşmeyle bir Ortak Hayat Barış Dönemine geçmiştir. Günümüz  ortak hayatında ananın başı açık, kızı örtülü olabilmekte. Birçok ailenin fertleri, açık-örtülü, namaz kılan-kılmayan ferdlerden meydana gelmektedir. Beş vakit namazını kılan başı açık hatta belki kısa etekli birçok kadın olduğu gibi başı kapalı olup namazını kılmayanlar da mevcut. Geldiğimiz safhada sadece aileler değil, şirketler ve resmî daireler de hükûmetten başlayarak aynı manzarada…
Bugün bu devlet, Türkiye Cumhuriyeti, şeriat devleti değil. Olsa bile bir kişi, yine  bir başka kişiye müdahale edemez. Keza bu devlet, dinsiz bir devlet de değil. Bu devletin ceza kanununda Allah’a, Peygamber’e ve din tarafından mukaddes sayılan değerlere hakaret, artık  ceza görmektedir. Başörtüsü, Kur’ân-ı kerimden başlayarak dince mukaddes sayılan bir değerdir. Kimse dine de dindarlara da saldıramaz. Diğer din mensupları ise asırlardır, şefkat ve himayemiz altındadır. Atalarımızın gayrı Müslimlere gösterdiği hoşgörüyü, bugün bu topraklarda yaşayan bazı kimselerin kendi din ve dilinden ve kanun önünde kendisiyle eşit diğer vatandaşlara çok görmeleri onları horlamaları  gerçekten şizofrenik bir hâldir.  
Politik tuzağa gelince;
Önce İstanbul’da sonra bazı illerde -maalesef- bazı vatandaşlar siyanürle zehirlenmiş olarak ölü bulundular. Bu ölümler, 28 Şubat döneminde güya intihar eden deniz subaylarıyla Aselsan mühendislerini hatırlatmakta. Siyanür Vak’alarını,  Karaköy Vak’ası, onu da  yine aynı çevre’deki İngiliz Casusu’nun garip ölümü takip etti.
Böyle zamanlarda en uzak ihtimal, gerçeğin tam da  kendisidir. 28  Şubat Sürecinde o şüpheli ölümleri tezgâhlayanlar, kargaşa çıkartarak istikrarımızı bozmak için de böylesi vak’alar tertiplemiş olabilirler.
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp