Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

27/05/2019

Erkara, Üryan’dan o da Erkara’dan ayrılmaz olmuştu

Nilüfer çayının hazin şırıltısını dinleyerek yürüyorlardı iki arkadaş.
 
Adam, Üryan’ın yanına yaklaşarak müsaade istemeye hazırlanıyordu. Yorgundu fevkalâde. Sanki bu masalımsı yükselişe itibar etmiyormuş gibi yüzünü döktü. Sağ elini havaya kaldırırken başını da sallayarak;
“Yeni bulma desene! Ondan kahraman mı olurmuş…” diyen Erkara’nın sözünü kesti gök gözlü Çakır Vezir:
“Hah işte yiğidim! Bey dediğin böyle leb demeden leblebiyi anlar. Helâl olsun size… Akıllı adam böyle olur…” derken “Sözde, firaset tesiri vardır…” deyişini hatırladı. İçi gıdıklandı… Sinsice gülümsedi.
İri ve yaprakları dökülmüş ağaçların külden gölgelerinin serinlettiği Osmanlı payitahtının bu şirin ve ıssız köşesinde vakit bir hayli ilerlemişti. Kuşluk, işrak yerini duhaya bırakmıştı çoktan. Zaman ilerlemesine ve üşümelerine rağmen herkes hâlinden memnundu da. Birileri istikbâlleri, sinsi amaçları, korkunç hedefleri için saraya en yakın, belki ileride vezir olabilecek iki beyi etkilemeye çalışıyor, diğerleri de memleketlerinin başına örülecek çorapların izlerini arıyorlardı her kelimenin, cümlenin, hâl ve hareketin altında...
Yapraksız gümüş söğüt dallarının gizlediği Nilüfer çayının hazin şırıltısını dinleyerek yürüyorlardı iki arkadaş. Bursa büyük kestane ağaçlarının arkasında kaybolmuş gibiydi. Doğan Bey sefere gittiği için, yanlış anlaşılmalara meydan vermemeye özen gösteriyor, köşkünün uzaktan ve yakından etrafında hiç görünmüyorlardı. Erkara, Üryan’dan o da Erkara’dan ayrılmaz olmuştu her yerde, her işte. Sabah erkenden Ulucami-i Şerif’te buluşuyor, gün boyu beraber at koşturuyor, ok atıp kılıç şakırdatıyor, muharebelere hazırlanıyorlardı günlerdir. Timur üzerine muhtemel bir sefer için hazırlıklar kaçınılmaz hâle gelmişti artık. Padişah, Sırp despotunun yardımlarını almak ve diğer gayrimüslim tebaanın görüş, düşünüş ve tutumlarını yakından öğrenmek için Avrupa dillerini iyi bilen bu iki kafadara vazife vermişti. Onlar da yola çıkmadan önce, olup bitenleri mütalaa etmeye çalışıyorlardı ıssız bu yerlerde. Erkara kalın gür kaşlarını yukarı kaldırarak, çok ciddileştiği zamanlarda yaptığı gibi yavaş yavaş başını dikleştirirken, sağa sola bakındı;
“Evet, dünyanın nizamı da intizamı da çok fena bozulacak bu sefer.”
“Yani!”
“Yanisi işte!”
“Emir Sultan Hazretleri, devlet ileri gelenleri dâhil binlerce gönül ehli âlim yetiştirdi. Ülke bir baştan bir başa cehalet karanlığından kurtulurken Yıldırım Han da devletin bekası için sağlam kaleler inşa ettirdi. Sevgili Peygamberimizin mübarek müjdesine kavuşmak için İstanbul’u kuşattı. Kısaca devlet hem eğitim, hem imar ve inşada hem de ileriye dönük hamlelerde çok mesafe almışken bu fitne. Ahhh!”
“Fitne hiç durmayacak mı?”
“Durur mu Üryan karındaşım. Benim gibi devletine, milletine bağlı bir beyi dahi kullandığına göre gerisini siz hayal edin.”
“Kendinizi araya katmayınız! Lütfen! O defterin kapandığını herkes biliyor.”
“Ama ben bir türlü kapatamıyorum! Bu mevzular açılırken elimde olmadan yanıp tutuşuyorum!”
“O konuyu geç!”
“Âh bir unutabilsem, geçeceğim de!”
“Fitne ha! Peki, gerçek suçlu…”
“Yıldırım Han’ın Timur’a karşı, Timur’un da Padişahımız’a karşı yenilir yutulur cinsten olmayan hakaretleri. Kin ve intikam duyguları içinde olmaları. Bu fitneciler sayesinde oldu. Suçlu da onlar.” DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp