Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

23/05/2019

Çakır Vezir ile birkaç kaçkını fark etmişlerdi

“Serin olsa da biraz dolaşmak, hava almak istemişti canım. Çok bunaldım Beyim…”
 
Erkara Bey, oldukça endişeli ve gergindi. Boynu sol omuzuna doğru eğik vaziyette Üryan’ın ışıl ışıl mavi gözlerine bakıyordu pürdikkat. Dudaklarından dökülecek her kelime onun için mühimdi.
“Şey!”
“Ney?”
“Nasıl desem Erkara Bey kardeşim?
“?”
“Şu Timur Han’dan kaçıp gelenlerden kambur olan, Çakır Vezir ve adamlarının tutumu, hâl ve hareketleri hiç de hoşuma gitmiyor. Ne bileyim açıktan bir hatalarını görmesem de tedirginim onlardan. Hep hile hurda peşindeler gibi geliyor. Sinsi ve kışkırtıcılar. Korkarım Han’ımızı da büyük bir maceraya sürükleyenler bunlar. Her gün tahrik ediyorlar. Damarına basıyorlar anlayacağın. İzahını da tam yapamıyorum. Sen anla işte...”
Sağ elinin baş ve şehadet parmağını alnına bastırıp derisini iki kaşının arasında toplayarak başının ağrısını bir nebze dindirmek isteyen Erkara Bey, şaşkındı. Her şeyiyle takdir ettiği sadık insan, mert delikanlı sözünün eri arkadaşının da kendisi gibi düşünmesine sevinmişti de… Elde ciddi, tutarlı bir vesikaları da yoktu maalesef.
“Doğru söylemek lâzım gelirse Üryan karındaşım, duygularıma tercüman oldun. Mert delikanlı Doğan Bey’imizin alelacele Timur üzerine gönderilmesinde ve onu müteakiben padişahımızın Timur’a karşı yüksek öfke, kin duymasında ve hatta hiç ağzına almadığı şark seferini daha dillendirmesinde bu adamların parmağı olduğundan pek şüpheleniyorum. Sana bir şey söyleyeyim mi? Bunun peşini bırakmayacağım. Hesapları neymiş? Bulup çıkaracağım biiznillahi teâlâ…”
Emir Sultan Hazretleri’nin; ‘şimdi melek gibi saf, temiz ve günahsız…’ dediği yeni mümin Üryan, altın kalpli, adam gibi adam, numune insan hakiki dost, Doğan Bey’e bir değil birkaç can borcu olan bu tövbekâr arkadaşının omuzlarından sıkı sıkıya tutarak kendine çekti ve üzerine basa basa konuştu:
“Her davada olduğu gibi bu meselede de yanındayım canım kardeşim. İkimizin de Doğan Bey’imize çok borcu var, malum. Kıyamete kadar ne yapsak da ödeyemeyiz. Hiç olmazsa bu zor şartlarda onu sefere gitmeye mecbur edenlere karşı bir şeyler yapalım… Günlerdir hep bunu düşünür, bunun derdiyle dertlenir, içten içe de yanarım Bey’im…”
Güneş bir mızrak boyu yükselmişti. Hasadı çoktan bitmiş bağ ve bahçelerine sabah erkenden giden birkaç yaşlıyı saymasak ortalık tenha sayılırdı. Asırlık kestane ve çınarların sıralandığı Ulucami-i şerife bakan tepecikte iki kafadar dertleşirken karşı tarafından Çakır Vezir ve birkaç kaçkını fark ettiler. Gülerek konuşuyor, hızlı adımlarla bir yere gidiyorlardı. Erkara ve Üryan’ı görünce neşelerini bozmadan yollarını değiştirip yanlarına kadar geldiler.
“Selâmün aleyküm yiğitler.”
İki kafadar selâm almadan birbirlerine bakıştılar. Hani “iti an, çomağı sakla...” atasözünü hatırlamışçasına. İlk toparlayan Erkara oldu;
“Ve aleyküm selâm ve rahmetullahi…” diyebildi kendini zorlayarak, bir şeylerle meşgul oluyormuş gibi elindeki tespihi cebine koydu. Olmadı, çıkarıp kuşağının arasına yerleştirdi. Kısa sessizlikten sonra Erkara:
“Hayırdır! Böyle pürneşe nereye?” Çakır Vezir bir şeyler anlatmaya öyle hazırdı ki hemen cevapladı.
“Serin olsa da biraz dolaşmak, hava almak istemişti canım. Çok bunaldım Beyim…” DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp