Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

21/03/2019

Bir şeyler yemek istedi, boğazından geçmedi!..

Konuşmaları duyan Doğan Bey, namaz kıldığından biraz geç kalmıştı. Koşarak Maria’nın yanına geldi.
 
 
Kâbus, yapacaklarını kızı Maria’yı keyifle anlatıyordu:
- Sonra şatodaki soylularla ve şövalyelerle bir parti yaparız. Hı, ne dersin?
- Emriniz olur derim, pederim.
- Bazılarına mükâfatlar hazırladım. Onları da veririz.
- Sen her şeyin en güzelini yaparsın benim biricik pederim, deyip yanağına bir öpücük kondurdu. Sonra da erken yatıp, erken kalkmanın lüzumuna inandırdı babacığını. Yarının zor bir gün olacağını, uykusuz ve yorgun olarak toplumun karşısına çıkmanın mahzurlarını saydı, döktü.
Vazifesini başarıyla tamamlayan komutan edasıyla ayrıldı…
             ***
Gece geç vakitler olmasına rağmen uyuyamadı Maria. Kalktı, dolaştı. Bir şeyler yemek istedi, boğazından geçmedi. Yüzüp, sonuna getirdiği işi, heyecanından dolayı berbat etmek istemiyordu. Kimselere görünüp şüphe uyandırması, sonları olabilirdi. Çok dikkatli olmalıydı. “Yarın… Yarın dananın kuyruğu kopacak!” dedi içinden. Ellerini kenetledi, ters çevirerek çatur çutur sesler çıkardı. Ne yaptığının farkında değildi. Vakit ilerledikçe sıkıntısı da artıyordu. “Ben içimdeki azabı hafifletmek için galiba acele ediyorum. En iyisi Doğan’ın hücresine uğramak” deyip, başına bir pelerin aldı. Hızla merdivenleri inmeye başladı.
Fazla zorlanmadan Osmanlıların tutulduğu odaya kadar geldi. İçeri girip girmemekte tereddüt etti. Babasının kendini burada görse, ne cevap vereceğini düşündü. “Sarhoş nöbetçilere güvenemedim muhterem pederim. Ne olur, ne olmaz diye hem görevlileri, hem de mahpusları kontrol etmeye geldim…” diyecekti.
İşte bunca tehlikelere rağmen o, insanlık abidesi gencin kurtuluşu için canını hiçe sayıyordu. Muvaffak olmazsa da gam yemeyecekti. İçindeki erdemi ateşledi ya! Kış uykusuna yatmış güzel duyguları uyandırmıştı ya! Daha ne istiyordu?..
Kocaman duvarın dibinde hakikaten bir kovuğa benzeyen küçük kapıyı tıklattı. Bu karanlık yerde iki Osmanlı bulunuyordu. İsteselerdi kaçabilirlerdi. Ama, bak hâlâ orada duruyorlar. Oysa şatodan dışarı kaç defa çıkmışlardı. Onları dönmeye mecbur eden neydi? Sırf kendini zor durumda bırakmamak içindi elbette. “Adım gibi biliyorum. Beni düşündükleri için, kendilerini tehlikeye atmaktan korkmuyorlar.” Binbir duygu ve düşünceyle dolu olarak, yavaşça içeri süzüldü. Önüne bol elbiseli, iriyarı biri dikildi. Kılıcı, hançeri yoktu.
- Ne istiyorsun?
- Osmanlıyı göreceğim.
- Sen kimsin?
Maria, bu kadar kolay girebileceği yere, sorgulanarak girmesinden alınır gibi oldu.
- Ben Prenses Maria’yım.
Boğa Hasan yutkundu. “Bir çam devirmiş miydi acaba?” diye düşündü. Kendini değil, Doğan Bey’in planlarını bozmaktan korkuyordu.
- Hemen haber vereyim.
Konuşmaları duyan Doğan Bey, namaz kıldığından biraz geç kalmıştı. Koşarak Maria’nın yanına geldi. Bir köşede oturdu, sabırla her şeyi mütalaa ettiler.
Yedekleri ile birlikte atlar, kaçırılacak adamlar, yol için lazım olabilecek erzak, araç, gereç ve silahlar tek tek konuşuldu. Kim nerede, nasıl saklandığı, kiminle hangi mekânlarda buluşulacağı iyice pekiştirildi. DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp