Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

17/08/2022

Erzurum Narman’a has tipik bir yaz akşamıydı...

Yalnız Sütpınar’ın sokakları değil evlerinin de boş olduğu, tek tük köyde kalan kadınların kapı önlerinde oturup çorap ördüğü vakitlerdi... 
 
 
Lütfü Hoca:
-Ne tedâvi olmak duâya engeldir ne de duâ tedâvi olmaya mânidir. Aslında her ikisi de birbirini tamamlayan iki unsurdur. Zîrâ Yüce Rabbimiz, Tabîb-i kulûb/Kalplerin doktoru’dur. O’nun bir adı da eş-Şâfî/şifâ veren’dir. O’nun kelâmının bir adı da şifâ/gönüllere şifâ verendir.
“Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde olana şifâ, inananlara doğruyu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir.”
                               ***
Erzurum Narman’a has tipik bir yaz akşamıydı. Yalnız Sütpınar’ın sokakları değil evlerinin de boş olduğu, tek tük köyde kalan kadınların kapı önlerinde oturup çorap ördüğü vakitler... Camiden geldiğinde odanın tek penceresini açıp rahlesini önüne alır, dirseklerini dayayarak, “Benim tek gıdam, her şeyim…” dediği, Kur’ân-ı kerîmi okurdu Lütfü Hoca. Okurken kendinden geçer, dinleyiciler de mest olurdu…
Bu şirin köye küçük, neşeli bir hareketlilik hâli veren çay, aşağıda, evlerin altındaydı. Üzerine çam gövdeleri uzatılmış yalancı köprüden kaç defa geçip Sütpınar’dan abdest almıştı Lütfü Hoca? Bu mevsimlerde su iyice azalmış, yosun tutmuş taşların arasından sarı, mor, mavi akıyordu gece gündüz. Kenarına çömelmiş ezeler, çamaşır, kap kacak yıkıyorlardı her zaman olduğu gibi…
Damların üzerinden uzatılan sırıklarda çamaşırlar kuruyordu. İd’in dağlarından aşmaya hazırlanan nardan bir topmuş gibi görünen güneş, yavaş yavaş ufuk çizgisine yaklaşıyor, büyük, duru bir gökyüzü yükseliyordu Haşıt’ın üzerine doğru. Çok güzeldi her taraf! Söğüt ve kavak ağaçlarının altı oldukça serin olmalıydı. Kaç yaşından beri oralarda sere serpe oturmamış, çimenlere uzanmamıştı gönlünce. “Mesleğime yakışmaz...” der, her inceliğe dikkat ederdi. İşi olmayanların sohbet ettikleri en emin yerlerdi. Kırların kendisine kadar gelen güzel kokularını içine çekerek okumak ne kadar hoştu aman Allah’ım.
Zayıfcaydı, boyu uzun, yüzünde hüzünlü bir mana karışımı eksik olmayan bir tebessüm hâkimdi. Yaklaşan akşam vaktine hazırlık yaparken, odanın camı tıklatıldı. “Bu saate kim olabilir?” dedi, kapıyı açtığında yüz hatları değişti.
Karşısında duran adam, çoktan beri görmediği dana çobanı Esmani Dayıydı ve titriyordu. Sanki köylünün, tasavvur ettiği sefalette en tipik misali imiş gibi önündeydi. Esvap diye üzerinde taşıdığı şey, güneşte solmuş, lime lime olmuştu. Neredeyse yamalanmamış yeri yok gibiydi. Kolları, bacakları dört ince değnek ve bunların üstünde, kocaman bir kuru kafa, sönük gözlerini açmaya mecali yok gibiydi… Bu yorgun adama baktığında ilk aklına gelen; “Esmani, artık öbür dünyaya mensup olanların hâlini yaşıyor...” diyebildi içinden. Gören de “bu âlemin işlerine artık metelik vermiyor” sanırdı.
- Hayırdır Esmani Ağa!
- Hayır olmasına hayır da Hocam! Çok fenayım, bana bir oku!
- Neyin var, neren ağrıyor?
- Dişim! Öldürdü beni, kaç gündür! Komşular dediler, “Yeni gelen Hocamızın nefesi çok kuvvetli, git bir okut da geçsin…” Ta yayladan onun için çıktım da geldim! Danaları sahiplerine teslim eder etmez hiç eve uğramadım. Buradan da tekrar yaylaya döneceğim! DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp