Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

14/10/2019

“Üzüldüğümü kimselere belli etmeyip, dik durmalıyım!.."

Sanki biri onu alıp götürecekmiş gibi hep ürkerek ve korkuyla yaşıyordı... 
 
Yakındaki okula koşuşturan çocukların bağrışmaları, üzerinden uçuşan martı çığlıkları, sabahın hafif rüzgârı ile derin bir uğultu hâlinde her tarafa yayılıyordu... İnsanların işine geç kalma telaşı, satıcıların nâraları, bütün renkleriyle hayatı hatırlatan taksi konvoyları sisli havanın esrarını daha bir artırıyordu. Karlı dağlar gibi yükselen asırlık kubbeler, gittikçe netleşiyor, sokaklardaki dağınık gölgeler, çocuksuz parklar, hapşıran ihtiyarlar, açılan kepenkler, oradan oraya kaçan kediler, yeni bir günün çoktan başladığının haberini veriyordu.
Sağa sola bakındı küçük Ali. Rakım Çalapala mektebinin gönderinde ay yıldızlı bayrağımız, nazlı nazlı dalgalanıyordu. Koltuğunun altında kıymetli bir emanet gibi itinayla taşıdığı, gazeteye sarılı kutuyu, yokladı, yürüdü. Sayısını tam bilmiyordu ama tahminine göre bin kişilik talebe ordusunun şen şakrak bağrışmalarının geldiği, Draman'a inen caddenin solundaki asırlık çınarların göründüğü yüksek ihata duvarının dibinden geçti. Mahmurlukları üzerinde tezgâh sahipleri, müşteri kaçırmamak endişesiyle aceleyle yüklerini indiriyorlar, elleriyle temizledikleri tahtaların üzerini allı yeşilli; mevsimin meyve ve sebzeleriyle dolduruyorlardı. Raflarda sıralanmış kırmızı narlar, sarı ayvalar, kocaman portakallar, al al olmuş elmalar ve olgunlaşmış armutlar; iştah kabartıyordu. Ne zamandır yemediğinden dolayı mı ne; nasıl da canı çekmişti. Ağzı sulandı, yutkundu birkaç kez. Bugün keyfi yerinde değildi. İnceden bir ağlamak sesi bile çıkarttı elinde olmadan. “Ağlamamalısın Ali” dedi, kendine kızdı, aklına gelenlerden dolayı! Ah! Keşke her zaman böyle hislerine söz geçirebilseydi! Ah ah!
“Babam olsaydı mutlaka alırdı” derken hızla yüzünü çevirdi meyvelerden.
Cemaâtle kılınmış sabah namazından dağılan ahali, tezgâhların arasından hoşsohbet ederek geçiyordu. Kısa iltifatlar, çağırılan isimler, bir nida, birkaç hâl hatır soran söz, davetsiz misafir gibi beynini okşayarak uçup gidiyordu...
“Üzüldüğümü kimselere belli etmemeliyim! Kim olursa olsun acındırmamalıyım kendime! Dik durmalı, ihtiyaçlarımızı da karşılamalıyım!” diye düşünüyordu Küçük Ali.
Kesintisiz İstanbul ambiyansı, hayâl dünyasına bitmez bir uğultu olarak eşlik ediyor, kaldırımın ortasında itişen birkaç okul talebesinin neşeli şakalaşmaları hepsini bastırıyordu.
               ***
Sanki biri onu alıp götürecekmiş gibi hep ürkerek ve korkuyla yaşıyordı... Günlerce duvar dibinde mektebe gidenleri seyretmiş, taşların üzerinde uyuklamış, kalmış, aç susuz talebelerin dönüşünü beklemiş ama bir yolunu bulup da onların arasına katılamamıştı... Ne zaman bir mektebin önünden geçse, bir zil sesi duysa, çocukların şen şakrak koşuşturmalarını görseydi yorgun bedeni ve yıpranmış düşünceleriyle sürekli ağlardı. İşte yine burnu sızladı... DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp