Top
16/03/2023

Başımıza gelenler nimet habercisi mi?

“Allah mümin kullarından dert eksik etmez… Çünkü dertler müminin pişmesini, çamurluktan tuğlalığa, betonluğa gitmesini böylelikle yağmurdan, soğuktan zarar görmemesini sağlar.”

“Rezil olmadan vezir olamazsınız…”

“İnci, sancı mahsulüdür.”

Bu cümleler, divan edebiyatından ezbere 7 bin beyt bilen, televizyonlarda dini programların aranan ismi, avukat, yayıncı ve TRT'deki ‘Can Veren Pervaneler' programının sunucusu Hayati İnanç'a ait.

İnanç, katıldığı bir televizyon programında “Arka arkaya sıkıntı yaşayan biri. Ahh yine mi ben dediğinde ne oluyor” diye sorulunca gayet şairane bir yanıt vermiş:

“Hata etmiş oluyor! Allah sevdiği kullarına genellikle çok dert, bela verdi. Dertler çektiler, hep ağladılar. İllet, kıllet, zillet… Ya fakirlik ya hastalık, itilip kakılma, evlat kaybı, mal kaybı. Acılarla imtihan edildiler. Dert ve belanın çokluğu affın çokluğunu gösterir. Çok sevilene çok dert gelir. Her bela bir nimeti haber veren zarftır aslında…”

Dini mevzulardan, televizyonların aranan isimleri, diyanet işlerimiz ve bizi 20 yıldır idare edenler kadar anlamam. Benim baktığım seviyeden gördüğüm tek şey vicdandır… Üstelik epey keskindir. Ya vardır vicdan bir insanda ya da yoktur!

Başımızdakilerin yapıp ettiklerine, 6 Şubat'tan sonra olanlara ve dün yaşanan sel baskınlarına, onca depremzedenin sulara kapılıp can vermesine, kaybolmasına, çadırlarda perişan olmalarına kahrolurken aklıma Diyanet İşleri Başkanlığı'nın sitesine bakmak geldi.

Toplumumuzda kabul görmüş genel kanı, Hayati İnanç'ın anlattığı gibi miydi?

Allah sevdiği kullarından derdi musibeti eksik etmez miydi?

Bu değilse, ‘işlerinizi mutlaka danışma yoluyla yürütün' de diyen Şura Suresi'nin 30'uncu Ayeti'nde tek cümle ile anlatıldığı gibi miydi halimiz?

Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir!

***

6 Şubat'a gelene dek yaşadığımız onca ekonomik yıkım, bırak üniversiteye giden ya da işsiz gençleri memleketteki 8-10 yaşındaki çocukların bile düş kırıklıkları, bir oh diyemeden bu dünyadan göçüp gidenler, dertlerimi zincir yaptım birbirine ekliyorum diyen milyonlar, eti unutup kıymayı 90 gram alabilenler, ekmek, yağ ve hatta emeklilik kuyruklarında ömür tüketenler, sıkıntılardan bunalıp memleketten kaçanlar, kayırmanın, torpilin, haksızlığın her türü ile karşılaşanlar, 6 Şubat'ta yerle bir olan şehirlerde enkaz altında kalıp can verenler, ölmeyip çaresiz ortada kalanlar, deprem bölgesinde olmasalar bile enkaz altında kalmış gibi hissedenler ve dün çadırlarıyla, konteynerleriyle sele kapılanların durumu ile…

“Yıkım öylesine büyüktü ki her binaya tek arama kurtarma personeli göndersek hepsine yetişmek mümkün değildi. Şanlıurfa ve Adıyaman'da yaşanan sel felaketinde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet diliyorum” diyen Cumhurbaşkanımızın bakış açısı hangisine uyuyor acaba?

Bu topraklarda yaşayan 85 milyon, hepimiz ‘sevilenlerden' olduğumuz için mi başımızdan belalar, dertler eksik olmuyor böyle?

Yoksa, her müsibet verdiğimiz kararlardan yaptığımız seçimlerden ötürü mü geliyor başa?

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp