Top
Saygı öztürk

Saygı öztürk

saygi@sozcum.com

05/06/2020

Biri “Darbe” diğeri “ileri demokrasi” mahkemesiydi

60 yıl önce 27 Mayıs 1960, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk darbesinin yapıldığı gündür. Dönemin Başbakanı, bazı bakanları ve bürokratları yargılandı. Menderes, Zorlu ve Polatkan idam cezasına çarptırıldılar. Günümüzde, yargılamanın yapıldığı adaya “Demokrasi ve Özgürlük Adası” adı verildi. O yargılamalara da “Hukuk cinayeti” denildi.

22 Ocak 2010 tarihinde Taraf gazetesinde çıkan bir haber gerekçe gösterilerek, 22 Şubat'tan itibaren, tıpkı darbelerde olduğu gibi sabahın köründe evlere baskınlar başladı. Sonuçta 21 Eylül 2012'de 235 general, amiral, subay, astsubay, sivil memura en ağır ceza olan “Ağırlaştırılmış müebbet” cezaları verildi. Yani, idam cezası olsa o ceza verilecekti.

ŞAŞIRTAN BENZERLİKLER

Davanın “Kumpas” olduğu ortaya çıktı. Yeniden yargılama yapıldı ve sanıklar beraat etti. İşte, o günleri yaşayan, 4 yıla yakın cezaevinde tutulan isimlerden birisi de Tümgeneral Süha Tanyeri'ydi. “Yassıada” ve “Silivri Mahkemesi” arasındaki benzerlikleri Süha Paşa'dan dinliyorum:

– Balyoz davasının görüleceği 10. Ağır Ceza Mahkemesi başkanının, arzu edilen kararları vermeyeceği bilindiğinden, duruşmalar başlamadan iki gün önce değiştirildi. Tıpkı Yassıada mahkemesi başkanı gibi özel olarak atanmıştı.

– Balyoz davasında da yürürlükteki yasalar tam olarak uygulansaydı, sanıkların asker olması ve aralarında eski kuvvet komutanlarının bulunması nedeniyle yargılamanın Yargıtay'da veya askeri mahkemede yapılması gerekirdi. Yassıada'da olduğu gibi bu konuda yapılan bütün itirazlar reddedildi.

– Balyoz davası ile ilgili ilk tutuklamaların başladığı 25 Şubat 2010'da, İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekili, Adalet Bakanlığı Müsteşarı ile adliye binasına yakın bir otelde toplantı yaptı. Hatta nöbetçi hakimin de yargılamaya bu toplantıdan sonra başladığı ve tutuklama kararı verdiği, o günlerde bütün medyada yer aldı. Başka bir ifade ile tutuklanmamıza Yassıada'da olduğu gibi talimatla karar verildi.

AVUKATLARA BASKI

– Yassıada'da olduğu gibi Balyoz davasında da yapılan savunmalara süre sınırlaması getirildi. Sanık ve avukatları susturuldu, savunmalar yazılı olarak verilmek zorunda kalındı. Hatta duruşmaların birinde avukat; savunmaların mutlaka sözlü yapılarak tutanaklara geçirilmesi, yazılı verilecek savunmaların okunmayabileceği yönünde sanıkları uyardı.

– Delil olarak ileri sürülen CD'nin sahteliğini ispatlamak için, sahte CD'ye benzer şekilde, üst veri bilgilerini manipüle ederek ürettiği CD ile savunma yapan avukatım, yaptığının bir mizansen olduğunu baştan söylemesine rağmen hakkında suç duyurusunda bulunuldu.

– Mahkeme başkanı tarafından, başlangıçta avukatlar mahkemenin tabi unsuru olduğu, avukatların katılmadığı durumlarda oturum yapılamayacağı açıklanmış ve sırf bu nedenle bazı oturumları açtığı gibi kapatmıştı. Aynı heyet, daha sonraki günlerde avukatlar duruşmalara katılmadıkları halde sanıkların savunmalarını alabilmişti. Hatta sırf avukatları duruşmalara katılmadı diye sanıklar iyi hal indiriminden yararlandırılmadı.

KARAR ÖNCEDEN VERİLDİ

– Balyoz davasının kararı ve gerekçeli kararı da açıklandığında görüldü ki, tıpkı Yassıada'da olduğu gibi, mahkeme heyeti yazılı savunmaları okumadı, sözlü savunmaları dinlemedi. Sanıkların talep ettikleri tanıklar ve bilirkişiler dinlenmedi. Hatta mahkemenin davet ettiği tanıkların beyanlarına, görev verdikleri bilirkişilerin raporlarına bile itibar edilmedi. Dolayısıyla kararın baştan verildiği burada da görüldü.

– Yassıada mahkemesi ile Balyoz davasının görüldüğü Silivri mahkemesi arasında gerek kurulması, gerekse icraları açısından hiçbir fark yoktu. Yassıada'da yapılan yargılamanın bir ihtilal/darbe döneminde olduğu göz önüne alınırsa, bu ihtilal mahkemesinin tutumunda yadırganacak fazla bir şeyin olmadığını söylemek gerçek dışı olmaz.

SİLİVRİ'YE DE MÜZE

– Yassıada mahkemesi tüm özgürlüklerin kaldırıldığı bir darbe dönemi mahkemesiydi. Silivri mahkemesi ise o günlerin söylemi ile ‘ileri demokrasi' diye adlandırılan bir döneme ait mahkemeydi. Ancak sonradan anlaşıldı ki demokrasinin nimetlerinden faydalanarak demokrasiye darbe vurmak isteyen hainlerin, TSK'yı zayıflatmak, emelleri önünde engel teşkil eden kişileri bertaraf etmek için kurguladıkları planın bir aşamasıydı.

Süha Paşa, “Merak ediyorum; Yassıada hukuksuzluğunu gelecek nesillere aktarmak ve anmak adına Yassıada'yı müze haline getiren devlet, Beşiktaş ve Silivri'de yaşanan hukuk katliamını da gelecek nesillere aktarmak ve anmak için Silivri ve Beşiktaş'ta müzeler açacak mı? Yassıada mahkemesi ile ilgili haklı konuşan Cumhurbaşkanı, aynı hususları Silivri mahkemesi için de ifade edecek mi?” diyor.

Birisi, bir dönemin Yassıada, diğeri bir dönemin Silivri Mahkemesi'ydi. Arada bir fark var mı?

Çevre Günü'nde Tuz Gölü müjdesi

Bugün “Dünya Çevre Günü”. Çevre ile ilgili sorunlar gide­rek büyürken, 1. derecede sit alanı kabul edilen Tuz Gölü, çevrecilerin çabaları ve mahkeme kararıyla yok olmaktan son anda kurta­rıldı. Bu çabanın öncülerin­den, Çevre Mühendisleri Odası Genel Başkanı Dr. Baran Bozoğlu, uzun ve yoğun bir çalışmanın olumlu sonuçlarını almanın haklı ve gururlu mutluluğu­nu yaşayanlardan.

Tuz Gölü'ndeki hukuksuz­luğa, bilim dışılığa, doğanın yok oluşuna, hatalı projele­re karşı gönüllü mücadele edenler arasında Çevre Mü­hendisleri Odası da vardı. 7 bin 414 kilometrekarelik alanıyla Van Gölü'nden sonra ülkemizin ikinci bü­yük gölü olan Tuz Gölü, 1. derece sit alanı, özel çevre koruma alanı ve önemli kuş alanı. Dünya mirası liste­sinde ülkemizden aday olarak kabul edilen ilk ve tek doğal alan. Fla­mingoların yaşam alanı da olan göl, yer altı suyu akışı ile üzerindeki gözelerden beslenerek hayatta kalıyor. Çevresel Etki Değerlen­dirme'nin (ÇED) olumlu raporu her defasında iptal edildi. Buna rağmen, hatalı çalışmaların önü sürekli Çevre ve Şehircilik Bakanlı­ğı'nca açıldı. Sonunda, Tuz Gölü'nü kurtaran, maden­cilik faaliyetini önleyecek, yeni bir hukuki tartışmaya konu olamayacak biçimde karar verildi.

GÖLÜ PARSELLEDİLER

Ülkemizin tuz ihtiyacının yüzde 40'ı Tekel tarafından kurulan ve 2006'da özel­leştirilen 3 tesis tarafından sağlanıyor. Gölden daha fazla tuz çıkarılması için 2011 yılında ihale yapıldı. Tuz Gölü'nü, 10 yeni tesis kurulması için parsel parsel böldüler. 1. derece sit alanı olmasına ve 1/50.000 ölçekli planda yeni maden­cilik faaliyetinin yer alma­masına rağmen bu yapıldı.

Plana uygun olmamasına rağmen ihale edilen saha­lara yönelik ÇED raporu hazırlandı. Bu raporlar çevre mevzuatı konusunda uzman olan Avukat Şevket Salman'ın çabaları ile iptal edildi.

Yeni ÇED raporları hazır­landı. Bakanlık bu raporları da onayladı. Dava açıldı. Mahkeme yine iptal etti. 3'üncü kez ÇED raporu iptal edilen tesisler tarihe geçti. Bilirkişi raporlarındaki uyarılara, yeni tesis yapılırsa gölün yok olacağına dair bilimsel çalışmalara, Tabiat Varlıkları Koruma Kuru­lu'nun kararına rağmen Çevre ve Şehircilik Bakan­lığı bu tesislerin kurulması için 2013 yılında göl plan değişikliği yaptı. Çevre Mü­hendisleri Odası da 2014 yılında bu büyük yıkımın olmaması ve planın iptali için sürece müdahil oldu.

BAKANLIK ENGELİ

Çevre Mühendisleri Odası'nın davaya müdahil olması, konuyu sürekli gün­demde tutması geç de olsa sonuç verdi. Plan, Danıştay 6. Dairesi tarafından iptal edildi. Ancak Bakanlık yine boş durmadı. Tuz Gölü'nün korunması amacıyla Danış­tay 6. Dairesi tarafından verilen bu önemli karar, Bakanlıkça temyiz edildi. Ancak, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından temyiz başvurusu reddedil­di, iptal kararının onanma­sına karar verildi.

Dava sürecinde son olarak Bakanlığın, karar düzeltme başvurusu da İdari Dava Daireleri Kurulu Kararı ile reddedildi. Tuz Gölü'nün korunmasındaki üstün kamu yararı doğrul­tusunda kesinleşmiş oldu. Çevre ve Şehircilik Bakanlı­ğı'nın bu anlaşılmaz tutu­munu Oda Başkanı Baran Bozoğlu şöyle yorumluyor:

“Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın, birçok mahkeme kararı, bi­lirkişi raporu, birçok üniversitenin verdiği bilimsel raporlara rağ­men ısrarla bu hatalı projelerin yapılması ve Tuz Gölü'nün riske atılması için verdiği çabanın onda biri çevre koruma için verilse bugün birçok deremiz daha temiz akabilir, havamız daha temiz olabilirdi. Tuz Gölü ile ilgili Danıştay'ın kara­rı ülkemiz için tarihi bir önemdedir. Çevre sorunlarını dert ettiği­mizde, bilimsel, objektif ve kamu yararı göze­terek meselelere yak­laştığımızda ve kararlı olduğumuzda, yılma­dığımızda ülkemizi, toprağımızı, gölümüzü, dünyayı koruyabileceği­mizi gördük.”

YAPILMASI GEREKEN

Hükümet, meslek oda­larını etkisizleştirmeyi planlıyor. Oysa Tuz Gölü olayında meslek odalarının, ülkemizdeki demokrasi, katılımcılık, kamu ya­rarı için ne kadar değerli ve gerekli olduğunu bir kez daha gördük.

Şimdi yapılması gereken, hukuksuz bir şekilde gölün üzerine hafriyat yığınları yaparak kurulan onlarca kilometrelik, gölün göze­lerini kapatan, tahribat yaratan seddelerin ve diğer inşaat kalıntılarının gölün yüzeyinden kaldırılması­dır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, dileriz bu kez çevre adına görevini yapar ve bu yıkımın etkilerinin azaltılması için çaba harcar. Benzer olayların bir daha yaşanmaması için, hatalı kararlarda ısrar edenlerin de topluma hesap vermesi gerekir.

Çevre Günü'nde, mah­kemenin Tuz Gölü kararı ülkemize, dünyamıza hayır­lı olsun.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp