Top
29/01/2022

Neden Güçlü Bir Yürütmeye İhtiyacımız Var?

Bu hafta ülkenin en önemli gündem maddesi İstanbul başta olmak üzere ülkede etkisini gösteren yoğun kar yağışı ve bunun neden olduğu yönetim sorunlarıydı. Ana arterler de dahil yolların tamamıyla kapanması ve belediye hizmetlerinin aksaması İstanbulluların büyük tepkisine neden oldu. Bu tepkileri katmerlendiren ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun yaşanan krizi yönetmek yerine bu esnada bir büyükelçiyle lüks bir restoranda akşam yemeği yemesi oldu. Önce kamuoyundan gizlenen ve reddedilen bu bilginin daha sonra açığa çıkmasıyla İmamoğlu yönetimine yönelik tepkiler, ülkedeki siyasi ayrışmaları da aşarak geniş bir kitleye yayıldı. Yaşanan bu kriz ülkede uzunca bir süredir tartışılagelen yürütmenin güçlenmesi tartışmasını yeniden gündeme getirdi.

Ülke siyaseti başkanlık tartışmaları başladığından itibaren güçlü yürütme ihtiyacını savunanlar ile buna farklı argümanlarla karşı çıkanlar arasındaki kamplaşma tarafından belirleniyor. AK Parti ve MHP Türkiye'nin güçlü ve etkin bir yürütmeyle yoluna devam etmesi gerektiğini öne sürerken, Millet İttifakı'nı oluşturan muhalefet partileri ise ülkenin yasamayı ve siyaset-dışı aktörleri güçlendiren "güçlendirilmiş" parlamenter sisteme geçmesi gerektiği tezini gündemde tutuyor.

Her ne kadar muhalefet kırılgan olmakla beraber bir bütünlük sunsa da güçlü bir yürütme öngören başkanlık sistemine yönelik itirazlar tek bir kanaldan beslenmiyor. İtirazları üç başlık altında toplamak mümkün.

Güçlü Yürütmeye İtirazlar

Kemalist siyaseti benimseyen toplumsal kesimler ve siyasi aktörlerin temel itirazı başkanlık sisteminin bir karşı-devrim niteliği taşıyor olması. Karşı-devrimden kasıt, tek-parti iktidarının ilk yıllarında (1924-1930 arası) gerçekleştirilen Kemalist reformların başkanlık sistemiyle daha da zayıflayacağı. Hatırlanacağı üzere bu devrimlerin iki sacayağı bulunuyor. Bunlardan biri, monarşiye karşı halk egemenliğinin kabul edilmiş olması, diğeri ise laikliğin ülkenin yeni siyasi meşruiyet çerçevesi haline gelmesi.

Bu itirazları geçersiz kılan ise bir yandan başkanlık sisteminin halk egemenliğini bürokratik oligarşiye ve siyaset-dışı diğer iktidar odaklarına karşı daha da güçlendirmiş olması. Diğer yandan ise laikliğin, elbette farklı dini ve ideolojik görüşlere saygılı pozitif ya da liberal varyantı göz önüne alındığında, ülkede daha da yerleşiklik kazanmış olması. Ülkede dini ve ideolojik özgürlük ortamı hiç olmadığı kadar genişlemiş durumda. Bu gerçekler göz önüne alındığında halk egemenliğini bürokratik oligarşinin liderliğine ve vesayetine, laikliği de Batıcılığa endeksleyen Kemalist aktörlerin iddiaları havada kalıyor.

Bir diğer itiraz cephesi ise liberal cenah. Liberaller güçlü bir yürütmeye yaslanan başkanlık sisteminin demokrasiye zarar vereceğini iddia ediyor. Bu liberal itirazlar demokrasiyi bir sürece indirgeyerek, demokrasinin diğer boyutu olan halk egemenliğini hafife almakta. Liberaller açısından demokrasi ilanihaye süren bir müzakere sürecinden ve toplumun bireylere parçalanmasından ibaret. Demokrasi açısından bir siyasi irade üretecek olan karar almanın önemi ve halkın kolektif bir yapı arz ettiği gerçeği göz ardı ediliyor. Bu durumda karşımıza çıkan manzara toplumun çözülmesi ve siyasetin siyasetsizleştirilmesidir. Liberallerin ortaya koyduğu halksız bir "insan" demokrasisinin devletlere ayrılmış küresel düzende hayatta kalma şansı maalesef bulunmuyor.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp