Top
Dr. Alper Hasanoğlu

Dr. Alper Hasanoğlu

alper@alperhasanoglu.com

28/09/2014

Ertelemek gerçekten bir sanattır...

Bir gün bir hastam, hayatta her şeyi ertelediğini, bu nedenle başına bir sürü kötü şey geldiğini ve artık buna dur deme zamanının geldiğini hissettiğini söyledi. “Nasıl bir his bu?” diye sorduğumda pek yanıtlayamadı gerçi ama anlamıştım onu. Hem de içimin en derinlerinde bir yerlerde. Çünkü ben de o kadar çok şeyi erteliyorum ki.

Korktuğum başıma geldi ve bana ertelememeyi nasıl başaracağını sordu hastam. Neyse ki seansın sonuna gelmiştik de ben, “Bir sonraki seansta bu konuyu ayrıntılı konuşalım, şimdi vaktimiz yok.” diyerek meseleyi erteleyebildim.

Akşam seanslar bittikten sonra kitaplarımın arasında bu konuda bana yardımcı olabilecek bir şey var mı diye baktım ama yoktu. Amazon’da Prokrastination (İngilizce ‘procrastination’, Türkçe ‘erteleme’) diye aradığımda heyecanla gördüm ki bu konuda yeni yayınlanmış bir tedavi kılavuzu vardı. Hemen ısmarladım. Birkaç gün içinde geldi.

Yeni kitap geldiğinde her zaman yaptığım gibi kahvemi alıp masama yerleştim, not alacağım kalem elimde (klasik bir Montblanc siyah tükenmez kalem, Meisterstück olarak geçer kataloglarda. Seans içinde notlarımı da aynı kalemle alıyorum). Neyse. Not defterimi sağ yanıma koydum, kitabın sayfalarını karıştırmaya başladım. Başlıklar çok seksiydi. Aradığım her şeyi bulacağımı, hastama yardımcı olmanın yanında, kendi sorunumu da çözebileceğimi hissettim.

Sonra önsözü okudum, internette yazar hakkında bilgi edindim. Okuduğum bilgilerden sonra kitaba güvenim arttı. Kitap benim de içinde olduğum ekol olan kognitif davranışçı açıdan ele alınmıştı. Yani oldukça pratik bilgiler içeriyordu. “Acaba” diye sordum kendime, “Bu işin psikodinamiği ne?” Bununla ilgili daha detaylı bir kitap var mı? Öyle ya, bir şeyin kökeninde yatan şeyi çözemezseniz, çözümünüz geçici olabilir. En azından psikanalistler böyle diyor, ben onların yalancısıyım.

Gerçi şematerapi açısından değerlendirdiğimde (kullandığım başka bir terapi ekolü), ‘yüksek standartlar’ve ‘yetersizlik’ şemalarıyla bağlantısını görebiliyordum. Şematerapi kitaplarımı açtım ve bu şemaları bir defa da bu gözle okudum. Haksız sayılmazdım. Kişi özellikle kendisine önemli görünen bir meseleyle karşılaştığında birden ‘yetersizlik şeması’ aktive oluyordu. Bu şemayla başa çıkmak için yıllar boyunca başvurduğu diğer bir şema olan ‘yüksek standartlar’ devreye giriyordu sonra. Halk ağzıyla söylersem, mükemmeliyetçilik. (Ne kadar elitist olduğumu da fark ettiniz sanırım bu arada. Zaten Montblanc ilk etkiyi yapmıştır bu konuda).

Neyse. Mükemmeliyetçilik de devreye girince yetersizlik şeması daha da güçlü olarak aktive oluyor ve başa çıkma stratejisi olarak kaçınmaya başvurabiliyordu kişi. Böylece ertelemiş oluyordunuz. Kısır döngü işlemeye devam ediyor, erteledikçe, içinizdeki ‘eleştirel ebeveyn modu’ (zaten yetersizlik şemanızın kaynağı da o) devreye giriyor, “işte yine bi bok beceremedin!” diyordu size. Yetersizlik şeması daha da güçlenmiş olarak beyin hücrelerinize daha sıkı tutunuyordu.

O sırada büyük bir talihsizlik eseri anneniz telefonla aramışsa vay onun haline.

Ben bütün bunları yaparken günün ilk seans zamanı geldi ve ben ısmarladığım kitabı sol taraftaki kitap yığınının en üstüne koydum, en kısa zamanda biraz daha ayrıntılı bakıp iki hafta sonraki seansta hastama birkaç başa çıkma stratejisi önerebileyim diye.

Sonra günler hızla geçti, yeni alınan kitaplar, kitaplıktan çıkardığım ve yerine koymadığım diğer kitaplar, aldığım notlar vs. prokrastination kitabımın üstüne eklendi ve ben durmadan erteleyen hastamı karşımda gördüğümde, “Eyvah” dedim. Tabii ki içimden. Herhalde o da unutmuştur diyerek hiç o konuyu açmamaya karar vermiştim ki, onun ilk cümlesi, “Son seansta şu benim erteleme meselemi konuşacaktık.” oldu.

Ben büyük bir ciddiyetle, “Tabii onu da konuşacağız ama biliyoruz ki erteleme yalnızca bir belirti. Buz dağının görünen kısmı. Bizim esas olarak ertelemenin kökeninde yatan şeyleri incelememiz gerekiyor bence, siz ne dersiniz?” diye sordum bütün profesyonelliğimle. Evet demekten başka çaresi yoktu, çünkü yetersizlik şeması çok güçlüydü ve “Evet” dedi. Ardından gayet güvensiz bir ses tonuyla, neredeyse mırıldanır bir şekilde, “Ama kökenine inmek biraz uzun sürmez mi, benim sürekli ertelediğim şu vergi borçlarım var. Nasıl vadelendireceğimi konuşmak için vergi dairesine gitmem gerekiyor mutlaka. Nasıl yapacağımı bilmiyorum.” dedi. O kadar kısık sesle söyledi ki bunları, duymazdan gelme hakkımı kullandım ve annesinin onu eleştirdiği ve utandırdığı ilk sahneyi anımsamak üzere gözlerini yummasını istedim ondan. O gözlerini kapatırken ben derin bir “Oh!” çektim.

Bu satırları yazabilme cesaretini bana John Perry’nin Sel Yayınlarından çıkan ‘Erteleme Sanatı’ kitabı verdi. Suçluluk duymadan erteleme hakkına sahip olduğum inancına sarılabilmem ve ertelemekten suçluluk duymamam gerektiğini fark edebilmeme yol açtığı için ona teşekkür borçluyum.

Geçen hafta cumartesi sabahı eski eşim, çocuklarımın annesi Çiğdem Eylül’le Yağmur’u Kandilli’de benim evimin çok yakınındaki Marmara Üniversitesi Spor Akademesi’ne bağlı spor okuluna getirmişti. Ben de son anda yetiştim onlara, elimde bu kitap. Çocuklar voleybol ve basketbol oynarken ben de kitabı karıştırırım diyordum. Kitabın konusunu Çiğdem’e anlatınca yüzünün rengi değişti ve kitabı elimden almaya çalıştı. “Lütfen bir de ertelemelerine felsefi bir gerekçe bulmaya kalkma!” diye söyleniyordu bir yandan da. (Ne kadar entelektüel olduğumu buradan anlayabilirsiniz sanırım).

Aslında bu yazıyı yazmaya oturduğumda amacım bahsettiğim ‘Prokrastination tedavi kılavuzu’ndan yararlanarak ertelemenin nedenleri, nasıl kendini gösterdiği, kişinin hayatına, özellikle işine ve ilişkilerine nasıl etki ettiği konusunda yazmaktı. Sıkılmazsam bazı öneriler de ekleyecektim ardından. Aralarına da John Perry’den bazı alıntılar serpiştirip yazıyı biraz daha gülümseyerek okunur hale getirecektim.

Ama sabahtan beri yakında yayınlamayı düşündüğüm ‘Psikolojik Sayıklamalar’ başlıklı kitabımın içeriğini düzenlemekle geçirdiğim için (Öncelik sıralamasında bu konu alt sıralardaydı aslında ama tipik bir erteleyici olarak önce onu bitirdim) her iki kitaba göz atmak için zamanım kalmadığı gibi, galiba kitapları karıştırıp altını çizdiğim satırları kullanmak zor geldiği için de uzattıkça uzattım yazıyı. Bu arada kitaplar yazımı yazarken oturduğum koltuk ve önümdeki sehpada laptopumun sol yanında duruyordu.

Bugün hava yağmurlu. Boğaz hüzünle çırpınıyor sağ yanımdaki pencerede. Stan Getz dinliyorum hüznümü arttırmak için. (Ne kadar elitist olduğumu yazının sonunda bir kere daha vurgulamak istedim, sanırım benden tiksinmeye başlamanızı sağlamışımdır artık).

Birazdan evimin yanındaki pilates salonuna gideceğim, ardından liseden arkadaşlarımın Küçük Armutlu’da keşfettikleri 70’lik meyhanedeki yemeğe daha doğrusu içmeye katılacağım.

Bu konuya yani erteleme konusuna haftaya devam etmek istiyorum. Eğer ertelemezsem. Sizce başarabilir miyim?

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp