Top
25/03/2023

Tek tip insan, tek tip yapı!

Bazı kişiler bilgi sahibi olmadıkları konularda fikir üretir ve kamunun gücünü kullanıp bu fikirlerini uygulamaya sokarak var olan bir estetik anlayışın yok olmasına sebep olurlar. Kamunun hakkını koruma adı altında yapılan “Tek tip insan, tek tip yapı!” düşüncesi en büyük yanlışımız değil mi?

16 Aralık 2022 günü bir grup arkadaşla daha önceden planlanmış bir İtalya gezisi yaptık. Sabah uçağıyla Bari’ye uçtuk ve havaalanından bizi alan araçla önce Sassi di Matera, daha sonra Alberobello ve son olarak da Locorotondo’yu gezdik.

Sassi di Matera

İlk durağımız olan Sassi di Matera’nın İtalya’daki ilk insan yerleşim alanlarından biri olduğu düşünülmekte olup bu yerleşimin geçmişinin MÖ 7.000 yıllarına kadar uzandığı tespit edilmiş. Dar bir vadi aralığına kurulmuş olan şehirde Kapadokya yerleşmesine benzer kayaların içine oyulmuş evler bulunmakta. Bu evlerin büyük bir bölümü restore edilerek kullanılmaya devam ediliyor. Bazıları ise avlular vasıtasıyla birleştirilerek küçük birer otele dönüştürülmüş. UNESCO tarafından 1993 yılında “Dünya Mirası” olarak ilan edilmiş. Nüfusu 60.000 dolaylarında olup eski şehir büyük oranda korunmuş ve korunmaya devam ediliyor. Çoğunun genişliği iki metreyi aşmayan sokak dokusu aynen muhafaza edilmiş. Eski şehirde günlük yaşam sürmekte, bazı boş alanlara iki katı geçmeyen yeni evler de yapılmış. Yeni şehir tümüyle bu alanın dışında gelişmiş, pek de cazip değil. Sassi di Matera’yı hemen herkes eski şehri merak ettiği için ziyaret ediyor, kış ayı olmasına rağmen oldukça kalabalık bir turist grubu olduğunu gördük.

Tek tip insan, tek tip yapı

Sassi di Matera’da çoğunun genişliği iki metreyi aşmayan sokak dokusu aynen muhafaza edilmiş.

Alberobello

Alberobello nüfusu 10.000 dolaylarında küçük bir kasaba olup Harran evlerine benzeyen taş kaplı konik çatılı, Trulli evleri ile meşhur. İlk olarak XIV. yüzyılda inşa edilmeye başlanan bu evlerin farklı bir hikâyesi var. Bir anlatıya göre fakir olan halkın vergi korkusuyla ürettiği bir çözüm. Bu çatılar kolaylıkla sökülebilir ve sonra tekrar yapılabilir olduğu için tercih edilmiş. Bir yamaca yapılmış olan bu evler büyük bir mahalle oluşturuyor. Bize anlatılan vergi konusu pek de inandırıcı gelmedi. Bölgede bulunan 3-5 santimetre kalınlığındaki kayrak taşları ile yapılan konik kubbelerin bir alanı kapatmak için en uygun yöresel malzeme olduğu için tercih edildiğini düşündük. Bu küçük kasaba da UNESCO tarafından 1996 yılında “Dünya Mirası” olarak ilan edilmiş. Kasabanın kilisesi dahil tüm yapıları bu tür kayrak taşıyla örtülü, yapıların beden duvarları ise farklı bir taştan yapılmış ve hemen hepsi bembeyaz badanalanmış. Bazı çatıların üzerine kireç badana ile semboller çizilerek merak uyandırıcı bir görüntünün ortaya çıkması sağlanmış. Sokak sokak bu ilginç yapıları dolaşırken, birden karışımıza bir onarım faaliyeti çıktı. İki usta taş duvarın üzerine betonarme bir kiriş yapıyordu. Hemen fotoğrafını çekmek istedim, çalışanlardan biri mâni olmaya kalkıştı. Çünkü bu tür bir müdahalenin şehri gezenler tarafından görülmesi istenmiyordu. Yapının beden duvarı üzerine yapılan bu tür çağdaş bir müdahalenin, yapının içinde yaşayanlar dışında hiç kimseyi ilgilendirmediğini, önemli olan yapıların dıştan görünüşleri olduğunu söylediler. Evlerin tüm dış duvarları, kalın bir sıva tabakası ile kaplıydı. Buna karşın bahçe duvarlarının mükemmel taş işçiliğini gördük ve örnek olması açısından hemen hepsinin fotoğraflarını çektik.

Locorotondo

İlk günkü gezimizin son durağı olan Locorotondo, bir tepenin üzerine kurulmuş, 15.000 nüfuslu, küçük bir kasabaydı. Üç katı geçmeyen evleri, onların üzerinden yükselen katedralin kubbesi ve çan kulesi ile çok güzel bir görüntüye sahipti. Bu yerleşmenin de Sassi di Matera gibi hemen hemen tüm sokakları taş kaplıydı. İnsanların yürürken kaymaması için taşların yüzü çentilmişti. Yaklaşan yılbaşı nedeniyle hemen her sokağı süslenmiş olan bu yerleşmenin sokak ve dükkânlarını yoğun bir turist kalabalığı doldurmuştu. Her üç yerleşmede de ilgimizi çeken bir başka durumsa, dar olan sokaklarda hemen hiç ağaç bulunmamasıydı. Buna karşın sokakların tümünde, biraz genişçe olan bölümlere büyük saksılar içine çalı büyüğü ağaçlar yerleştirilmişti.

Tek tip insan, tek tip yapı

Tek tip insan, tek tip yapı

Gelelim bizim ülkemize!

Bu arada dikkatimizi çeken bir başka husus ise sokak aydınlatmalarıyla, sokakların üstünden geçen ve farklı yapı adalarındaki binaları birbirine bağlayan geçitler ve odalar oldu. Hemen her sokakta karşımıza çıkan bu oluşum şehri gezenler için ilginç bir görüntü oluşturuyordu. Birden aklıma bizim ülkemizdeki benzer oluşumlar için yapılan bir yorum geldi; 1970’li yılların ortalarına doğru ülkemizdeki imar iskân faaliyetlerini yürütmekle görevli olan dönemin İmar İskân Bakanlığı’na mensup bir hukukçu, “Sokak üstünde bulunan geçit veya odaların kamunun hava hakkına tecavüz olduğu” fikriyle, bundan böyle restorasyon olsa dahi bu tür mimariye izin verilmeyeceğini bildiren bir hüküm üretti. Bu hüküm çoğu kasabamızda bulunan benzer geçitlerin kısa süre içinde yıkılmasına ve yok olmasına yol açtı. Hep düşünürüm, “Kamunun hava hakkına tecavüz olarak nitelenen yüz yılların bu estetik çözümünün yok edilmesi acaba kamunun estetik anlayışına yapılmış bir tecavüz değil midir?” Kamunun hava hakkını korumak için yola çıkanlar, günümüzde ortaya çıkan zevksizliğin sorumluları olduklarını hiç düşünmüşler midir?

Bizim güzel ülkemizde bazı kişiler oturdukları yerden, hakkında bilgi sahibi olmadıkları konularda fikir üretir ve kamunun gücünü kullanıp bu fikirlerini uygulamaya sokarak yüz yıllar boyunca var olan bir estetik anlayışın yok olmasına sebep olurlar. Kamunun hakkını koruma adı altında yapılan “Tek tip insan, tek tip!” yapı düşüncesi bizim en büyük yanlışımız değil mi?

Asabımız bozuldu!

Üç günlük bu seyahat yine asabımızı bozdu. Acaba nerede yanlış yaptık ve yapmaya devam ediyoruz? Binlerce yılların oluşturduğu şehirlerimizden, bu ve benzer uygulamalar nedeniyle hemen hiçbir şey kalmadı. Nerede ise tüm şehir ve kasabalarımız birbirine benzer hâle geldi. Birbirinden en fazla ellişer kilometre uzaklığındaki üç yerleşme de birbirinden çok farklı olup ilk ikisi “Dünya Miras” alanı olarak ilan edilmiş ve İtalya’nın oldukça tenha bir bölgesinde yer almalarına rağmen canlı birer alışveriş merkezi hâline getirilmişlerdi. Her üç şehirde de satılan hediyelik eşya türünden objeler birbirlerinden farklı özellikler arz ediyorlardı. Çoğu küçük dükkân birer üretim merkezi haline getirilmiş olup özgün tasarımlar yapmaktaydılar. Bu dükkânlarda harika seramik çalışmaları, metal objeler, günlük kullanıma yardımcı olacak özel dizayn edilmiş ev aletleri satılıyordu. Bir arkadaşımızın, “Eğer sevdiğiniz bir şey görürseniz ve fiyatı size uygunsa hemen alın, başka bir yerde aynısını bulamazsınız!” dediğini hatırlıyorum.

Üç günlük İtalya gezimizi bir yazıya sığdırmak mümkün olmadı, devamını, özellikle de Bari’de yaptığımız geziyi bir başka yazıda sizlere aktarmak isterim.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları