Top
Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

28/05/2023

Bir şarkıcı-star’dan fazlasıydı

Tina Turner, kadınların belki de en fazla sömürüye açık olduğu bir sektörde hayatta kalmayı başardı. Bununla da yetinmedi zirveye tırmandı. Onun hayat mücadelesi bugün de kadınlara ilham verecek kadar güçlü ve güncel

Tina Turner 83 yaşında, son yıllarını geçirdiği İsviçre’de, Zürih yakınlarındaki evinde uzun yıllar mücadele ettiği kansere bağlı nedenlerden hayatını kaybetti. ABD, Tennessee kırsalından İsviçre’ye çok uzun ve dönemeçli, virajlı, engebeli bir yol katetti. Yoksul bir ailede dünyaya gelen, eğitimsiz siyah bir kadın olarak beyazların dünyasını fethetti ve değiştirdi. Bütün bunları henüz ırkçılık ve kadın hakları gibi alanlarda yürütülen mücadele bugünkü aşamaya gelmeden çok önce, toplum bu konuda hâlâ çok ilkel bir noktadayken yaptı. Kişisel hayatta kalma mücadelesi filmlere, şarkılara, kitaplara konu oldu. Bugün onu en fazla 1980’li ve ‘90’lı yıllardaki hit şarkıları, sahne performansı ve kendine has danslarıyla hatırlıyoruz şüphesiz ama Tina Turner bunların hepsinden fazlasıydı.

Anne Mae Bullock, 1939’da Tennessee kırsalında doğdu. O çok küçükken annesi evi terk etti. Bir süre sonra babasından da ayrı yaşamak zorunda kaldı. 1950’lerde Ike Turner ile tanıştı. Ike ve Tina olarak ünlendiler. Tina adını ona Ike verdi. Kariyeri de onunla başladı, hayatındaki şiddet süreci de. Ike ile 16 yıllık evliliği boyunca Tina Turner sahnelerde parlıyor ama bir yandan da devamlı şiddete maruz kalıyordu.

1976’da artık dayanamadı ve ayrıldı. Beş parasızdı, kariyerine nasıl devam edeceğini bilmiyordu. Müzikte bir geleceği olup olmadığından dahi emin değildi. Budist olduğunu açıkladı. “Budizm bana iyi gelen tek şey oldu” dedi. Televizyonda yarışma programlarına çıktı, kabarelerde rol aldı. Geçinmek için her şeyi yaptı yani.

1979’da menajer Roger Davies ile tanışması bir dönüm noktası oldu. 1984 tarihli “Private Dancer” onun için büyük bir sıçrama oldu. O yılı hatırlıyorum. Bu albümden şarkıların çalmadığı herhangi bir radyo yoktu yeryüzünde. “Private Dancer”, “What’s Love Got To Do With It”, “I Can’t Stand The Rain” pop tarihinin en büyük hit şarkıları arasında yer aldı. Dire Straits’ten Mark Knopfler (“Private Dancer”ın bestecisi aynı zamanda) David Bowie, Paul McCartney ve daha birçok isim destek oldular. “Private Dancer”, anlatılan hikâyeler ve onları anlatan kişi bakımından çok anlamlı bir yerde duruyordu. Gerçekti. Büyük ilgi çekti. 16 yıllık yıkıcı bir evlilik geçirmiş, şiddet görmüş, 45 yaşında yeniden doğmuştu. Albüm 10 milyon sattı, üç Grammy kazandı ve 20. YY’ın en büyük rock’n roll starlarından birini yarattı. Ike onu şarkıcı yapmış, sahneye çıkarmıştı. Ama Tina kendi emeğiyle, tırnaklarıyla kazıyarak star oldu. Ama en önemlisi “Private Dancer” albümüyle beyazların dünyasına en tepeden giriş yaptı.

1986 yılında “Typical Male”, “What You Get Is What You See”, “Girls” (David Bowie ve Erdal Kızılçay’ın ortak bestesidir) gibi hit şarkıları içeren “Break Every Rule” çıktığında Rolling Stone dergisi onunla bir röportaj yapmış. Arşivi karıştırırken karşıma çıkan bu röportajdan alıntılar yapmak isterim. Onun star müzisyen hâlini bilen biliyor ama bu açıklamalarla sanırım aramızdan ayrılan bu efsane kişiliğin hayatını ve müziğinin arka planını daha iyi anlayabiliriz.

Bir şarkıcı-star’dan fazlasıydı

Bir şarkıcı-star’dan fazlasıydı

Tina Turner anlatıyor

(Yıl 1986. “Break Every Rule” albümü yeni çıkmış. Tina Turner artık dünyaca tanınmış bir stardır.)

Her zaman bir evim olsun istedim. Küçük yaşta annem ve babam ayrıldı ve ben hep bu özlemle yaşadım. Sonunda anneme bir ev alabildim. Şimdi kardeşlerim, onların çocukları ve oğullarım orada buluşuyoruz.

Ben kırsaldan geldim. Ailem basit insanlardı. Tarlalarda çalışıp hayal kuran bir kızdım. Soylu ya da önemli bir aile değil benim ailem. Ama öyle olsaydım, dertsiz tasasız olsaydım belki böyle şarkı söyleyemezdim. Duygularımı böyle dolu dolu haykıramazdım.

İnsanlar bana köylü kadın diye bakıyor. Beni yeteri kadar klas bulmuyorlar. Bunu biliyorum. Ama bana saygı duyduklarını da biliyorum. Klas olduğum için değil, bulunduğum noktaya kendi başıma, çalışarak geldiğim için bana saygı duyuyorlar. Eğitimli siyahların saygısını kazanmayı daha fazla önemsiyorum.

Çiftçiydik, tarlada çalışırdık. Kız kardeşimle bana her sezon yeni bir takım elbise alınırdı. Aç değildik ama nasıl söylesem, mesela öğretmenimizin çocukları gibi olmadığımızı bilirdik. Onlar eğitimli insanlardı. Ailem eğitimli değildi ama sağduyulu insanlardı. Kiliseye giderlerdi.

Annem ile babam birbirini sevmezdi. Devamlı kavga ederlerdi. Annem bizi alıp anneanneme kaçardı. Babam peşinden gelir onu ikna ederdi. Ben 10 yaşındayken evi terk etti. “Bu sefer gerçekten gitti” dedim. Çünkü bizi yanına almamıştı. Parası yoktu, bize bakamazdı.

İnsanın annesi tarafından terk edilmesi çok kötü bir his. Ama ben hayatım boyunca her zaman yalnızdım. Tek başımaydım. Babamla da hiç yakın olmadık. İnsanlara dostça davranırdı ama bana karşı hep soğuktu. Sorun etmedim.

Okulda sarışın bir kız vardı. Bütün erkekler onunla ilgileniyordu. Onun gibi görünmem gerektiğini düşünürdüm. İlk kez o zaman ırk farkını anladım. Kasabada oturmak için gidilen yerler vardı ama biz arka kapıyı kullanıyorduk. O yüzden sevmiyordum oraları. İkinci sınıf hissediyorduk. İstenmediğimizi anlıyorduk.

Hayatım boyunca siyah olduğum için yardırgayan bakışlar hep üzerimdeydi. Bu his beni her yerde her zaman takip etti. Tamam, bugün bu alanda bir mücadele veriliyor ama bu duygu hâlâ orada. Kendimle gurur duymak, ikinci sınıf hissetmemek için çok çalıştım.

Okulda tek amacım evlenmekti. O zamanlar bir kadının yapabileceği şey buydu. Ben de bunu yapmalıydım. Mutlu olmak için bunu yapmam gerektiğine inanıyordum. Biz kiliseye giden insanlardık ve doğrusu buydu. Lisede drama ve jimnastik dışındaki bütün notlarım kötüydü. Bu ikisi hep A’ydı.

Annemin evlere temizliğe gittiğini biliyorduk. Bir keresinde bir cenazeye gelmişti. Orada karşılaştık. Onu görünce çok özlediğimi fark ettim. Babamı bırakıp onunla gittim.

Ike’ı ilk kez sahnede çalarken gördüm. Çok çirkindi ve sıskaydı. Hiç beğenmemiştim. Ama karizması vardı. Çok iyi müzik yapıyorlardı. Onunla şarkı söylemek istiyordum. Bir gün önüme mikrofon koydular. Şarkıya başlayınca Ike geldi. “Sen şarkı mı söylüyorsun?” dedi. Böyle başladı.

Ike beni bir anda elbiselere, mücevherlere boğdu. Cadillac’a biniyordum. Kendi çapımda bir star olmuştum. Daha lisedeydim üstelik. Gruptaki müzisyenlerden biri olan Raymond’la çıkmaya başladım. Bir süre sonra hamile kaldım. Kürtaj nedir bilmiyordum. Ayrıca istiyordum da çocuğu. Doğurdum.

Bir süre annem ve ablamla kaldım. Bana yardım ettiler. O zamanlar hastanede hemşire olmak istiyordum. Şarkı söyleyerek yaşayamazdım. Böyle bir düşüncem yoktu. Ike solistsiz kalmıştı. Bana geldi bir şarkı kaydettik. Beğenildi. Devam edeceğiz ama sana bir isim bulmamız lazım dedi. İlişkimiz böyle başladı. Boşanmıştı. İki oğlu vardı, onlara da ben bakıyordum. (Daha sonra Ike’tan da bir oğlu oldu. Böylece Tina Turner, Ike ile evliliği döneminde dört çocuğa baktı ve sahnede şarkı söyledi.)

20 yaşında iki yaşında bir çocuk annesiydim. Ike’a hiç âşık olmadım. Ama başlarda zevkliydi. Sonraları işimi kaybetmek istemedim. Çok gençtim, ne yapacağımı bilmiyordum. “İdare ederim ne yapalım” diye düşündüm. Ama olmadı. O da eğitimsiz biriydi benim gibi. Bundan utanıyordu. Bu ortaya çıktığı zaman sinirleniyordu. (Ike, Tina’yı devamlı aldatıyordu.) Âşık olduğu, birlikte olduğu kadınlara şarkılar yazıyor ve bunları bana söyletiyordu. Bunu bildiğimden doğru bir duyguyla kendimi vererek asla söyleyemiyordum. Bana sinirleniyordu. Giderek daha sinirli biri oldu.

Sonrası malum. Ike’ın Tina’yı sadece dövmekle kalmadığı, neredeyse işkenceye varacak şekillerde şiddet uyguladığı ortaya çıktı. Tina Turner bu durumun bilinmesinden her zaman utandığını söylüyor. Onunki aslında her şiddet gören kadının hikâyesinde var olan gerçek. Hem şiddeti görüyorsun hem kendini suçluyorsun hem de hayatına devam etmek istiyorsun. Çaresiz bırakılıyorsun. Aman şöyle olur, aman böyle olur, aman daha kötü olur diye sana şiddet uygulayanı bir türlü terk etmiyorsun.

Tina Turner sesi, tarzı, şarkılara verdiği güçlü duygu, dansları, kıyafetleri ve hayatıyla çok önemli bir semboldü. Sanat hayatı boyunca hep dik durdu, tabiri caizse acıyı bal eyledi. Siyah bir kadın olarak beyazlara ait dünyayı fethetmeyi bildi. Kendinden sonra gelen sanatçılar için, kadınlar için çok önemli bir yol açtı. Onu şarkıları kadar bu yönleriyle de hatırlamanın anlamlı olduğunu düşünüyorum.

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp