Top
28/05/2023

İktidar sofrası—ama hangi iktidar

Paper Moon’un kapısından ilk kez içeri girdiğimde oraya ait değildim. Cihangir’de takılıyor, grunge giyiniyor, Etiler’i küçümsüyordum. Bütün bunları yaparken de hayatımı yazdığım dedikodu sütunundan kazanıyor, o sütunun Paper Moon’un barında konuşulanlarla dolması gerektiğini kavrayamıyordum. Paper Moon da benim oraya ait olmadığımı biliyordu ve kapının önünde epey bir süzdükten, sorguya çektikten sonra içeri aldılar.

Dünyada başka bir şehirde bir alışveriş merkezinin içindeki bir İtalyan lokantasının kapısından çevrilmek imkansız olsa gerek. Ama İstanbul’daki Paper Moon bir anlamda Türkiye’nin değişiminin, oluşan yeni kültürün ve sermaye sınıfının da habercisi gibiydi. İstanbul’un en lüks lokantasının bir AVM’de olacağına kim inanır? Ama Paper Moon iktidar sahiplerinin AVM’yi sahiplenmelerinin belki de ilk durağı oldu. O günden sonra da AVM’den çıkmadık sanırım.

KİMLER GELDİ KİMLER GEÇTİ

Paper Moon’a ilk gidişim bir arkadaşıma jest yapmak, kız arkadaşının yazdığı uyduruk bir dergiye dolgu bir haber yazmak içindi. Tek başına gidecek hali yoktu, yanına uygun kişi olarak beni seçmişti. Kapıda sorgulanırken de “Doktor bizi bekliyor,” cümlemizle içeri gireceğimiz söylenmişti. Doktor, mekanın barmeni ama gerçek adı sır. Sonradan Anadolu’dan gelenlerin sadece Doktor’un barında oturup onunla sohbet etmek için araya adam ve dolar soktuğunu da öğrendim. Paper Moon’un kendine ait bir cemaati olduğunu, bu cemaatin seçim sonuçlarıyla sık sık değiştiğini de. Burası hep bir iktidar lokantası oldu ve siyasi, finansal ya da kültürel iktidarlar burayı hep sevdi.

Bugünden sonra Paper Moon’un en önemli masalarında kimler oturacak? Açıkçası, mekan AK Parti’nin ilk yıllarında uzun süre paranın el değiştirmesine direndi ve yeni iktidar sahiplerini dışladı. Ne kadar güçlü, devletin başına ne kadar yakın olursanız olun uzun süre kötü masa vermeye ve Eski Türkiye’yi el üstünde tutmaya devam ettiler. İşin ilginç tarafı, güç ve para sahibi olan yeni Türkiye de inatla Paper Moon’da kabul görmek için çabaladı.

Kapısından ancak torpille girebildiğim Paper Moon’a yıllar içinde çeşitli vesilelerle, biraz da o iktidarın parçası olabilmenin açtığıyla defalarca gittim. Reha Muhtar ve Mehmet Barlas’la. Seda Sayan’la sohbet ederken o sırada oğlunun Londra’da olduğunu söyleyince bir parfüm getirmesini rica etmiştim. Acun Ilıcalı’yla ilk kez orada tanıştım. Abercrombie and Fitch “camo” şortuyla gelen Emre Belözoğlu’nun yanık tenine IWC Aquatimer’ın ne kadar yakıştığını orada gördüm, ama o zamanlar Emre Belözoğlu’na her şeyi yakıştırıyordum zaten. Cavit Çağlar bir gece benim yanımda “Baba”yı aradı ve Demirel’e selamlarımız iletti. TMSF haksız yere Sabah gazetesine el koyduğunda atananların sürdüğü zevk-ü sefaya birinci elden tanık olup ayrıntıları “İmha Planı” kitabımda yazdım.

Bir keresinde Serdar Turgut’la birlikte Mustafa Sarıgül ve Bülent Tanla’yı yemek yerken gördük ve orada ayaküstü “Deniz Baykal’ı nasıl devireceğimizi konuştuk,” cümlesinden manşet çıkarttık.

Burada gazetecilik yapan sadece ben değildim. Kaya Çilingiroğlu çıkarları uğruna kirli gazetecilik yapan ve şantajla işini yürüten bir magazincinin adisyonunu ele geçirdi ve bir gecede bilmem kaç litre limoncello içtiğini ortaya çıkardı. Paper Moon’un adının karıştığı tek magazin skandalı bu değildi tabii ki.

Doktor’la da arkadaş oldum tabii ki, gerçi ilk başlarda barın arkasında duran Doktor’la her gece düzenli olarak gelen Doktor Nazım’ı—İttihat ve Terakki değil, estetikçi—birbirine karıştırdığım oldu. Zamanla sadece çalışanları değil, Paper Moon’un adı bilinmeyen ama İstanbul sosyetesinde kritik noktalarda bulunan müdavimlerini de tanıdım: Hiçbiriniz Suzan’ı tanımıyorsunuz mesela, ama İstanbul’da Suzan’ın tanımadığı yok.

Bir gün, yine bir seçim sonrası, Selami Şahin’in masamıza oturup küçük bir politik tirad attığını, hemen ardından bir-iki fıkra patlattığını hatırlıyorum. Komik miydi değil miydi, sormayın, ama Selami Şahin’i hep Akmerkez’de görürdüm. Akmerkez’e gitmeyi önemsediğimiz yıllarda.

Paper Moon’da bugün hava nasıl olacak acaba?

OY SONRASI BULUŞMA

Oy kullanıp öğleden sonra uğrayıp bir pizza paylaşanlar olacak mı? Çoktandır buranın tadı kaçtı gerçi. O bahçeye genişlemek, kapalı alanı açık alanmış gibi kullanmak olmadı.

Değişen sadece mimari de değildi. Paper Moon bir zamanlar bir kulüptü, her akşam bir tanıdık bulmak mümkündü. Cafe ve restoran kısımlarının müşterileri bile ayrıydı, kimin hangi masada oturduğu belliydi. Sonra yeni yeni insanlar geldi. Tıpkı gazete köşeleri, televizyon ekranı gibi yepyeni karakterler arasında tanıdık sayısı azalmaya başladı.

Geçtiğimiz günlerde Paper Moon’a yeniden gittim. Artık hiç kimseyi tanımıyorum, zaten boş da bir geceydi ve belli ki herkes şehir dışındaydı. Müdavimlerin bir kısmı battı, bir kısmı işsiz kaldı, bir kısmı sürgünde, bir kısmı hapiste—böyle elenenler de oldu.

Aç değildim, ortaya söylenenlerden tattım. 90’lı yıllarda büyük bir yenilik olarak İstanbul yeme içme dünyasına katılan üzerine roka serpiştirilmiş prosciutto’lu pizza eski bir dost gibi oradaydı. Hala “penne” diye bir makarna çeşidi kaldı mı? Paper Moon’da penne arabiata yeniyor hala. “Quatro formaggi” de 90’lardan kalma bir hatıra değil miydi? Paper Moon’un zaman kapsülünde hepsini bulmak mümkün; dünyada artık neredeyse hiçbir iyi İtalyan restoranın mönüsünde olmayan demode tatlar. Bresaola, ahtapot carpaccio falan nedir bu çağda? Gerçi Türkiye’de İtalyan mutfağının gelişimi 30 senede Nuh’un Ankara’sı salçalı burgu ya da beyaz peynirli fiyonk makarnadan penne arabiata’ya kadar gelebildi sonuçta.

İşin doğrusu Paper Moon’a hiçbir zaman yemek için gelinmedi, yemek hiçbir zaman ön planda olmadı. Hala da böyle. Mönüye bakılmayan, mutfağın ne istenirse yaptığı, her gece illaki uğranılan bir sosyal kulüptü burası. Ve biraz da di’li geçmiş zamanla anılan.

Yıldızsız

Yıldız tablosu

★★★★ Olağanüstü

★★★ Mükemmel

★★ Çok iyi

★ İyi

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp