Top
30/04/2023

Çanakkale'nin mezar taşları: Siyasetin ölü dili

Bazı yerler görünenden fazlasıdır. Her göz göremez, her dimağ idrak edemez. Çanakkale Şehitliği'ni ziyaret edenler şunu çok iyi bilirler; Diyarbakır'dan, Şam'dan, Yemen'den, Priştina'dan, Üsküp'ten, Bakü'den, Batum'dan, Trabzon'dan, Rize'den, Erzurum'dan, Kastamonu'dan... Velhasıl gönül coğrafyamızın her bölgesinden orada yatan adeta birer mühür vardır.

Oradaki insanların hangi ırktan ve hangi mezhepten olduğunu hiç kimse bilmez. Bunu önemsemez de. Mühim olan, o tablonun verdiği mesajdır. Oradaki mezar taşları ve orada yatanlar bize bir vatan ve onun bir sembolü olarak bir bayrak bıraktılar. Vazgeçemediğimiz iki mühim ve eşsiz değer. Ne vatandan ne bayraktan ve ne de onların bir santimetre karesinden vazgeçeriz.

Bize bu vatanı bırakanların; Kürt, Türk, Sünni, Alevi, Çerkes, Abaza... Hasılı her milletten ve her mezhepten olduğunu biliriz. Anadolu'nun hamurundaki her renkten orada bir numune, bir tat bulunacağını da biliriz. Şunu da ilave etmem gerekir ki, ülkemize vatan bağıyla bağlı Rum, Ermeni, Yahudi tüm gayrimüslim vatandaşlarımızdan da o şehitlikte yatan ve kendi dinlerince dua bekleyen insanlar vardır. Adeta gönül coğrafyamızın her tarafından birer tutam un getirip bir tekneye dökülmüş ve orada ortak bir hamur meydana getirilmiştir. Artık geriye dönüp bu hamurdaki unları birbirinden ayırt edebilmek mümkün değildir. Dolayısıyla bir Türk Kürt'ten, bir Kürt Türk'ten, bir Alevi Sünni'den, bir Sünni Alevi'den ayrılamaz. Artık hamur Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Ahmed Yesevi ustaların elinde pişmiş ve ekmek olmuştur. Bu artık kıyamete kadar sürecek bir nimettir, birlikteliktir.

Hâl böyle iken tam da seçimlerin arifesinde ayrımcı bir dil kullanan bir siyasi lidere, doğrusu "Alevi olduğunu ifade etmesini değil de bunu söyleme tarzını ve zamanlamasını" hiç yakıştıramadım. Bizler ayrımcılığı körükleyen her hareketin karşısında olmalıyız. Pişmiş aşa soğuk su dökmenin ne alemi var! Biz sizin hangi ırktan ve hangi mezhepten olduğunuzla ilgilenmiyoruz, ilgilenmeyiz de. "Bebek yaştaki torununuzu sigortalı yaptınız mı?" Bunu sorgularız. Bu suç olmasa bile etik midir? Sosyal Sigortalar Kurumu'nun en üst düzey yöneticiliğini yapmış bir kişi olarak bunu nasıl yaparsınız? Ben bunu şahsen etik bulmam. Kaldı ki, genel müdürlük yaptığınız dönemde sizin ve eşinizin sayısız akrabalarınızı işe almanız adam kayırmacılığınızı göstermez mi? Bu doğru bir davranış mı? Ayrıca şunu da sormamız lazım; iki ayrı zamanda iki kere Sosyal Sigortalar Kurumu, bir kere Bağkur Genel Müdürlüğü yapmış bir bürokrat olarak, kendinizi başarılı buluyor musunuz? Bunları sorabiliriz, fakat asıl sormamız gereken seçimlere tam da ramak kalmışken, altılı masanın altındaki dostunuz adeta masa üstüne çıkmışken bazı şeyleri burada açık yüreklilikle birbirimize sormamız lazım. İrili ufaklı ortaklarınızla seçime ortaklaşa, beraberce giriyorsunuz. Demokrasinin gereğidir, kimse bir şey söyleyemez. Ancak bayrağımızı ve vatanımızı parçalamaya yönelik, vatan topraklarımızı bölmeye, bayrağımızı indirmeye yönelik faaliyetleri olan bölücü örgütlerle dirsek temasında olmanızı içime sindiremiyorum. Elbette ki şunu diyebilirsiniz; "Malum görüşteki partilerle iktidar da daha önce görüşmeler yaptı." Açılım süreci, Oslo görüşmeleri gibi pek çok şey söylenebilir. Ancak dikkat edilmesi gereken en önemli husus, o sırada yapılan görüşmelerde PKK'dan silah bırakması ve teslim olması istenmekteydi. Ama şimdiki durumda böyle bir şey söz konusu değildir. Şimdiki durumda siz, silahların karşısında ellerini havaya kaldırmış ve teslim olmuş bir vaziyette her fedakarlığı yapmak, her tavizi vermek zorunda olan bir kişi pozisyonunda görünüyorsunuz. Bu vaziyet, eğer seçim öncesi PKK uzantısı partilerle görüşülüp dağdakiler teslim olacaksa ve terör faaliyetlerinden vazgeçilecekse bir dereceye kadar makul görülebilir. Ancak kazın ayağı öyle değil maalesef. Bu, vatanın bütünlüğü için, bayrağımız için hiç hoş bir durum değildir. Karşınızdaki silahın arkasındakinin sadece PKK, sadece FETÖ olmadığı aşikardır. Organizasyonları yapan, yöneten Batılı istihbarat örgütleri ve Batılı devletlerin varlığı şüphe götürmez bir gerçektir. Bu görmezden gelinemez. Ayrıca, ortaklarınızdan milliyetçi söylemlerde bulunup da bu duruma ses çıkarmayanları da kınıyorum. Çünkü rahmetli Türkeş'in dediği gibi: "Türk ne kadar Kürt ise, Kürt o kadar Türk'tür." Türk ve Kürt arasında bir kavga yoktur. Irkçılığa zemin oluşturacak hiçbir söyleme de gerek yoktur. Ancak, milliyetçi söylemleri olanların burada teröristlere madalya takma boyutuna varan tabloya sessiz kalmaları, teröristlerle pazarlık edilmesini seyretmeleri utanç verici bir durumdur. Rahmetli Türkeş'in kemikleri sızlamaktadır. Batılı dostlar (!) FETÖ, PKK ve diğer maşalarıyla birlikte ülkemizdeki siyasi düzeni tasarlamaya niyetlenmiş görünüyor. Maalesef ülkemiz adına nerede bir kötülük planlansa bunlar iş başındadır. Nitekim dağdan gelen talimatla aday olanların maskeleri olgun armutlar gibi birer birer düşmeye başlamıştır.

Erbakan Hocamıza Allah rahmet eylesin. En önemli mücadelelerinden biri de PKK'ya karşı olan mücadelesiydi. Nitekim pek çok kişinin bilmediği, biraz da işi magazinize ettikleri meşhur Libya'daki çadır olayının arkasında ve merhum Kaddafi ile bozuşmalarının en önemli nedeni o zaman Libya'da var olan PKK kamplarının kapatılması için verdiği çaba idi. Hâl böyle iken, Erbakan Hocamızın tedrisinden geçtiğini iddia eden kişilerin PKK ile dirsek temasında siyaset yapma arzularını, PKK ile siyaset yapacak olanların tezgahına gelmelerini anlamak mümkün değil.

Netice olarak gelinen noktada, gelecek için hiçbir projesi olmayanlara, ülkemizde hiçbir çakılı çivisi olmayanlara; adeta insanları kandırmaya, halkı manipüle etmeye çalışan kişilere şunları mutlaka hatırlatmamız lazımdır: "Şehir hastanelerinden memnun musunuz?" Hastanız olunca şehir hastanelerine götürürsünüz, bir yere gideceğiniz zaman bölünmüş yollardan, otoyollardan gidersiniz, yeni köprülerden ve tünellerden geçersiniz, Avrasya'yı, Marmaray'ı tepe tepe kullanırsınız, bir zamanlar, "Acaba patates deposu mu yapsak?" dediğiniz Bolu tünelinden her gün geçersiniz, "Tuz Gölü'ne alabalık tesisi kurmaya benzer" dediğiniz Sabiha Gökçen Havalimanı'na inersiniz. "Bu, rüya yatırımdır" diye nitelendirdiğiniz İstanbul Havalimanı'ndan uçarsınız, memleketimizin pek çok ilinde olan ve sizin "Lüzumsuz" dediğiniz havaalanlarını kullanırsınız. Akkuyu kötü, Osmangazi lüzumsuz, İzmir-İstanbul arası pahalı, doğal gazdan memnun değilsiniz. TOGG kötü, hızlı tren gereksiz. Velhasıl her şey kötü! Allah aşkına, hiç mi iyi bir şey, ülkemiz adına sevineceğiniz bir güzellik görmezsiniz? Artık bundan fazlasına "nankörlük" denir. Bilesiniz ki, nankörlükle hiçbir yere varılmaz. Önce yapılan hizmetlerin kıymetini bilecek ve sonrasında daha iyisini yapmak için vaatlerde bulunacak olursanız, eyvallah derim. Ha bir de, sizin İHA'lar ve SİHA'larla ne alıp veremediğiniz var? Yoksa arkadaşlarınızın, dostlarınızın acısına mı tercüman olmaktasınız? Hani dağdakilerin hiç hoşuna gitmiyorlar ya!

İnsanların gelir düzeyleriyle ve alım güçleriyle adeta dalga geçer gibi her aileye bir altın vermek, her aileye adeta önemli miktarlarda maaş bağlamak gibi ucu açık, kaynağı meçhul ve daha doğrusu tenkit ettiğiniz kişilerin biriktirdiği altınları dağıtmayı vadeden bir politika çok da reel ve de etik bir davranış değildir.

Bütün bunlara rağmen bana, Cumhurbaşkanı adayı olan bahse konu siyasi liderin şimdiye kadar yapmış olduğu başarılı bir projesini gösterirseniz ben de inanacağım.

Üstüne üstlük yurtiçinde ve yurtdışında ülke aleyhine faaliyet gösteren lobilerin arzuları yerine getirilecek olursa masanın altındaki militan masanın üstüne çıkıp oturur. Seçim sonrasında bahse konu lider Cumhurbaşkanı olursa, masanın altındakinin sadece masanın üstüne çıkıp oturmakla kalmayıp bir de tepineceğini asla aklınızdan çıkarmayınız.

Ortada sulh ve sükûn varmış gibi gösterip silahlarını geçici olarak -seçime kadar- masanın altına saklayanların seçimden sonra halka doğrultacaklarından şüpheniz olmasın.

Yedili masa kazanırsa sonuçta ne mi olur? Yüz yıl önce Abdülhamid Han hazretlerine yapılan olur. O zamanki Osmanlı coğrafyasına bakınız, anlarsınız. Abdülhamid Han öncesi ve sonrasındaki haritalara bakınız. Terör örgütünün paydaş olduğu bir iktidarda şimdiden söylenen "özerklik" zırvalıkları yerine Türkiye'de harita değişikliği talepleri ortaya çıkacaktır. Bu kaçınılmazdır. Milliyetçilerin, maneviyatçıların adeta kandırılarak terörist kuklalar eliyle ülkeye biçilen şablon budur. Belki de arzu ettikleri yeni bir Çanakkale Şehitliği'dir. Bu riski unutmayalım, unutturmayalım! Bu oyunu bozalım. Bilinmelidir ki, bu bir başkanın seçilmesi değil, bu bir ülkenin beka sorunudur. Safımızı ve yerimizi buna göre belli edelim. Oy bir kere kullanılır, bedeli yıllarca ödenir!

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp